SAĞLIKLI
YAŞAMAK
Vücudumuz, Yaratıcının
bize sunduğu, bir armağandır. Ona bu bilinçle saygı ve özen göstermeliyiz.
Sağlıklı yaşamanın yolu, % 60 beslenme, % 20 egzersiz yapmak, % 20 de düzenli
yaşam ve huzurlu bir zihin halinden geçiyor. Sağlıklı olmanın koşullarından
birisi de bir süre diyet yapmak değil, bir yaşam biçimi belirleyip, yavaş kilo
verip, vücudun kendi belirlediği kiloda kalmasıdır. Sağlıklı yaşamak için,
kalori hesaplamak yerine, doğru beslenmek ve hareketli olmalıdır. Bu gün
sağlığına zaman ayırmayan, yarın hastalığına zaman ayırmak zorunda kalacaktır.
Unutmayın, yaşlanmak kaçınılmaz, ama ihtiyarlamamak ise elinizdedir.
Yanlış yaşam
tarzı, bağışıklık sistemini (immün) çökertmektedir. Birçok uzman, diyabet,
hipertansiyon, kalp-damar hastalıkları, vb. kronik rahatsızlıkların, doğru
beslenme ve yaşam alışkanlıklarını değiştirerek, iyileştirilebileceğini
söylemektedirler.
İnsan
fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal boyutuyla bir bütündür. Tedavi olmak,
ilaç ve operasyonlarla, hastalık belirtilerinin ortadan kaldırılmasıdır.
İyileşmek ise, hastalığa yol açan zihin durumu, alışkanlıklar ve ilişkileri
değiştirerek, sağlıklı bir ruh ve bedene kavuşmaktır. “İyileşme, ruhun kendini
ifade etmesini engelleyen faktörlerin, ortadan kaldırılmasıyla başlar.”
Hipokrat.
YANLIŞ
BESLENME
2005 Yılında
(Johns Hopkins Bloomberg School of Public Healt-ABD) yapılan bir araştırmada,
kalp krizi riskinin, doymuş yağlara değil, kan şekerini yükselten işlem görmüş
karbonhidradlı yiyecek ve şekerli içeceklere bağlı olduğu tespit edilmiştir.
2000 Yılında ABD Stanford Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada, fazla
karbonhidratlı beslenenlerde, trigliseridlerin aşırı miktarlarda arttığı tespit
edilmiştir.
Yanlış
beslenme, düzensiz yaşam, mutsuz ve huzursuz ruh hali sonucu, organizmada
oluşan hormonal dengesizliklere, “Metabolik Sendrom” denir. Metabolik
bozukluklar, uzun süre belirti vermeden, bedeni içten kemirir, çeşitli
hastalıklara yol açarlar. Hormonal dengemizi kurduğumuzda, yaşımız kaç olursa
olsun, doğal yollarla sağlığa ve huzura kavuşuruz.
Hormon
dengesini bozan etmenler; beslenme tarzı (genetiği değiştirilmiş, hormonlu,
İşlenmiş gıdalar, tarım ilaçları),
çevresel faktörler (hava, su, elektromanyetik kirlilik, sağlıksız ortam ve
ilişkiler), stres, uykusuzluk ve duygusal sorunlardır.
Tükettiğimiz
gıdaların çoğunun, ya işlenmiş, ya genetiği değiştirilmiş ya da yanlış
pişirilmiş olduğu için, yararlı enzimleri yok edilmiştir. Bedenimiz, 50-60 yıl
öncesine kadar, doğada mevcut olmayan (laboratuvar ürünü) gıda katkı
maddelerini tanımıyor, nasıl sindireceğini bilmiyor. Onları zehir (Toksik)
olarak algılayıp, kendini korumak için, yağ hücrelerinde depoluyor.
Kızartmalar,
ızgaralar, mikro dalga fırında pişirilmiş yemekler, konserve, tütsülenmiş balık
ve etler, çiftlik tavukları, her türlü atıştırmalık, cips, şeker, şekerleme,
çikolata, bal, pekmez, reçel, helva, dondurma, sakız, kola, boyalı-gazlı
içecekler, hazır meyve suyu, meyve tozları, hazır meyveli yoğurt, puding, krema,
paket süt, süt tozu, granül kahve, hazır çorba, hazır sos, ketçap, mayonez,
hazır baharat, köfte karışımı, salam, sosis, bütün pastörize, rafine, ambalajlı
gıda maddeleri, çok düşün pH değerlerine sahiptir, metabolizmayı bozmaktadır. Taze
sıkılmış meyve suları da vitamini çabuk bozulduğundan, fazla şeker içerdiğinden
ve liflerinden arındırıldığından, tercih edilmemelidir. Günümüzde, doğal
beslenmeye dönmek, sağlıklı yaşamak için, çok önemli bir gereklilik haline
gelmiştir.
GIDA KORUYUCU
VE KATKI MADDELERİ
Bütilat
Hidroksi Anizol (BHA), Bütilat Hidroksi Toluen (BHT), Sodyum Sülfit, Sodyum
Nitrat, Sodyum Nitrit, raf ömrünü uzatan, gıdanın çabuk bozulmasını önleyen
katkı maddeleridir. Sülfür Dioksit, Sodyum Sülsit, Potasyum Sülfit, Bisülfit,
Metabisülfit (SO2) gıda koruyucusu olarak, fermente içeceklerde kullanılıyor.
E220, E222, E223, E224, E225, E249, E250, E251, E252 Kodlarıyla belirtilen gıda
koruyucu maddeler de diğerleri gibi, sinir sistemini etkiliyor, davranış
bozukluklarına ve bağışıklık sisteminin zayıflamasına, neden oluyor.
Hazır gıda
ambalajlarının üzerinde yazan “Hiçbir koruyucu madde içermez” yazısı, “Hiçbir
katkı maddesi yoktur” anlamına gelmiyor. Örneğin, ambalajında “Hiçbir koruyucu
madde içermez” diye yazan hazır çorbalarda, “Çin Tuzu” da denilen, Monosodyum
Glutamat (MSG) adlı lezzet arttırıcı katkı maddesi bulunuyor. MSG (E621) lezzet
arttırıcı bir eksitoksindir. Eksitoksinler, hücreleri yıprandırır, aşırı iştaha
ve bağımlılığa yol açar. MSG, restoranlarda ve hazır yemeklerde
kullanılmaktadır. E102, E104, E110, E211, E122, E124, E129 Kodlarıyla anılan gıda
katkı maddeleri de sağlığa zararlıdır.
KAN ŞEKERİ
VE İNSÜLİN DİRENCİ
Şeker, en
tatlı zehirdir (Toksik). Bağırsak florasını bozmakta, metabolik sendroma neden
olmaktadır. 50 Yıl öncesine kadar, obezite, diyabet, kanser, kalp-damar
hastalıkları, seyrek görülürdü. Bu hastalıkların artmasıyla, şeker tüketiminin
artması arasında, doğru orantı vardır.
Kas, yağ ve
karaciğer hücrelerine şekerin (Glikoz) alınmasını sağlayan, hormona “İnsülin”
denir. Yemek yedikten sonra artan kan şekeri seviyesiyle birlikte, pankreas
insülin salgılamaya başlar. İnsülin, glikozu hücrelere taşır. Glikoz,
hücrelerde enerji olarak, kullanılır. İnsülin, glikozun fazlasını,
“Trigliserit” (VLDL kolesterol) denilen kan yağına çevirip, karaciğerde ve kas
dokusunda depolar.
Vücut,
insülin miktarını, kan şekeri seviyesine göre ayarlar. Eğer, kan şekeri ile
insülin miktarı arasındaki oran bozulursa, glikozun hücrelere girişi azalır. Bu
sendroma “İnsülin Direnci” denir. İnsülin direnci, kilo vermeyi zorlaştırır,
şeker hastalığına neden olur. Bel çevresinin geniş olması, insülin direncinin varlığını
gösterir. Kilo arttıkça, insülin direnci artar. Doğru beslenip, egzersiz
yaparak, insülin direncini kırabiliriz.
Sürekli
yüksek kan şekeri; çarpıntı, yüksek tansiyon, damar tıkanıklığı, felç, kalp
krizi, böbrek hastalıkları, göz hastalıkları, hücre büyümesi (kanser) ve iç
organların yağlanmasına, bağışıklık sisteminin baskılanmasına, neden olur.
Meyve şekeri
olan “Früktoz”, enerji olarak kullanılamaz, karaciğerde yağ olarak
biriktirilir. Karaciğere, diğer şekerlerden 7 kat daha zararlıdır. Vücuda
girdiğinde, kan şekerini yükseltmez, kötü kolesterol (LDL, VLDL) ve ürik asit
seviyelerini, yükseltir. İnsülin direncini arttırır. Meyveler, çeşitli
vitaminlerle birlikte, früktoz da içerdikleri için, ölçülü yenmelidir. Früktoz,
ketçap, krema, kola, gazoz, şekerleme, hazır çorba, çikolata, gofret, puding,
hazır kek gibi birçok hazır gıda ve içecekte, laboratuvarda ucuz olarak
üretildiği ve bağımlılık yaptığı için, bolca kullanılmaktadır. Hazır yiyecek ve
içeceklerdeki früktoz, daha hızlı emildiğinden, meyvelerdekinden daha
zararlıdır.
Aspartam vb.
suni tatlandırıcılar, gıda değil kimyasal maddelerdir. Tüm diğer gıda katkı
maddelerinin hepsinden daha fazla sağlığa zarar verirler. Bu nedenle diyabetik
ürünlerden uzak durulmalıdır.
GLİSEMİK
İNDEKS
Gıdaların
yendikten sonra, kandaki glukoz seviyesini (kan şekeri
seviyesini) ne kadar hızlı arttırdığı, “Glisemik İndeks” ile ölçülür. Bu
indeks, 0 – 100 arası değerlerle ifade edilir. Besinlerin kan şekerine etkisi
çok farklıdır. Glisemik indeksi yüksek olan yiyecekler, kan şekerini hızla
yükseltip, sonra da hızla düşürürler. Kan şekerinin düşmesi, açlık hissi verir.
Glisemik indeksi yüksek gıdalar, kandaki trigliseriti yükseltir.
Glisemik
indeks; glikozda 100, rafine beyaz şekerde 70, balda 60, patateste 95, pirinçte
85, mısırda 85, karpuz 75, kavun 60, çikolata 70, kestanede 60, beyaz ekmekte 95,
tam buğday ekmeğinde 65, çavdar ekmeğinde 45, yulaf ekmeğinde 40, makarnada 50,
bulgurda 45, irmikte 45, elma 35, şeftali 35, armut 30, domates 30, ceviz 15, fındık
15, badem 15’ dir. Sebzelerde düşüktür, pişince biraz artar. Glisemik indeksi
sıfır olan bazı gıdalar; et, balık, tavuk, yumurta ve yoğurttur.
GLÜTEN
Glüten
isimli proteine insan vücudu tahammülsüzlük gösteriyor. Glüten, bağırsak
çeperine yapışarak, florasını ve dolayısıyla bağışıklık sistemini bozuyor.
Ayrıca glüten; kansızlık, alerji, kısırlık, diyabet, kanser, MS, ALS, parkinson,
alzheimer gibi birçok hastalığa neden olmaktadır.
Glüten,
bütün tahıllarda vardır. Özellikle melezleştirilmiş ekmeklik buğday (Cüce), %
10 glüten içerir ve 42 kromozomludur. Ayrıca, buğday un haline gelirken, birçok
kimyasal madde eklenmektedir. Ekmek yapımında kullanılan hazır maya da (Endüstriyel
maya), bağırsak geçirgenliğini zorlaştırmaktadır. Bu nedenlerle, fırın ekmeği
sağlığa zararlıdır.
Bulgur,
irmik ve makarnalık buğdayda da glüten oranı yüksektir. Çavdar, arpa ve yulaf
da yüksek oranda glüten içerirler. Antik “Siyez buğdayı” 14, “Kavılca buğdayı”
28 kromozomlu olup, % 1’den az oranda glüten içerir.
Endüstriyel
mayalar 40 dakikada, geleneksel ekşi maya 6-48 saatte, fermantasyon işlemini,
tamamlamaktadır. Endüstriyel mayalar, unun içindeki glüteni olduğu gibi korur.
Ekşi maya içindeki probiyotikler, sindirimi mümkün olmayan glüteni
ayrıştırarak, sindirilebilir hale getirirler. Genetiği değiştirilmemiş Siyez ve
Kavılca buğdaylarının, geleneksel taş değirmende öğütülerek, elde edilen
katkısız undan, ekşi maya ile yapılan ekmek, sağlıklıdır. Ölçülü olarak
yenebilir.
TRANS YAĞLAR
VE KOLESTEROL
Trans
yağlar, sıvı yağları oluşturan moleküller arasına hidrojen yerleştirerek, oluşturulurlar.
Ayrıca sıvı yağların tekrar ısıtılmasıyla, ortaya çıkarlar. Trans yağların çok
kullanılmasının en önemli nedeni, maliyetinin düşük olmasıdır. Birçok gıda
firması, trans yağları tercih etmektedir.
Etiketlerinde
“Hidrojenize yağ” içerdiği yazan gıdalarda, trans yağ bulunuyor demektir. Trans
yağlar, VLDL ve LDL kolesterol seviyesini yükseltir. Kolesterol, vücudun yapı
taşlarındandır. Bir hormondur ve çok iyi bir antioksidandır. Kandaki miktarı
normalden fazla olursa, damarların çeperine sıvanarak, kalp-damar
hastalıklarına neden olmaktadır. HDL kolesterol, VLDL ve LDL kolesterol
seviyesini aşağı çekerek dengeler. Onun için halk arasında iyi kolesterol diye
bilinir.
Son yapılan
araştırmalarda, hayvansal ve doymuş yağların kolesterol seviyesini
yükseltmediği saptanmıştır. Spor yapmak, kandaki HDL miktarını arttırmaktadır.
METABOLİZMAYI
BOZAN DİĞER ETKENLER
Kola;
fosforik asit, sitrik asit ve şeker içeriyor. Enerji içecekleri; sitrik asit ve
şeker içeriyor. Kola, gazoz ve meyve sularının pH’ı 2-3 arasındadır. Her türlü
asitli, gazlı, kolalı, rafine, pastörize, paketlenmiş, uzun raf ömrüne sahip,
yiyecek ve içecekler, vücudun alkali dengesini ve bağırsak geçirgenliğini bozuyor.
Bağışıklık sistemini zayıflatıyor. Trigliseridi yükseltiyor. Ayrıca gazlı
içecekler, diyaframın kalbe baskı yapmasına, bunun sonucunda da ritim
problemlerine veya nefes darlığına yol açabiliyor.
Sütte
bulunan “Laktoz” un, sindirimi zordur. Laktoz, glüten ve lifli gıdalar, bağırsaklarda
gaz birikmesine neden olur. Form çaylarını uzun süre kullanmak, bağırsak
florasını (Metabolizmayı) bozmaktadır.
Aspirin de
dahil olmak üzere, bütün ilaçlar toksiktir. İlaç olarak alınan antibiyotikler, vücuttaki
tüm probiyotikleri öldürmektedir. İlaçlar, gerektiğinde ve son çare olarak,
kullanılmalıdır.
Düşük
kalorili diyetler, hızlı kilo kaybı sağlar. Fakat yağların yanında, kas ve su
da kaybettirir. Eğer kilo verdiğinizde öncelikle, yüzünüz ve kollarınız
inceliyorsa, kas kaybediyor, doğru zayıflamıyorsunuz demektir. Diğer yandan,
meyve, sebze, et fark etmez, fazladan yenen her besin, vücutta yağ olarak
depolanır. Hızlı, zorlayarak ve tıka basa yemek, tansiyonun yükselmesine ve
kalp krizine yol açabilir. Bazı bitkisel ilaç ve gıda takviyelerinin de
metabolizmayı bozduğu saptanmıştır. Doğru ve sağlıklı beslenen birinin, gıda
takviyesi almasına gerek yoktur.
DOĞRU
BESLENME
Kalorisi
düşük, besin değeri yüksek olduğu için, salatalar bol tüketilmelidir. Bazı vitamin
ve mineraller, yağda çözündüğü için, salataya mutlaka sızma zeytinyağı dökülmelidir.
Fırın ve tencerede usulüne uygun pişirilmiş, baklagil ve sebze yemekleri sağlıklıdır.
Köy tavuğu,
doğal ortamda beslenmiş, koyun ve dananın eti, ölçülü olarak, yenmelidir. Yenecek
miktar, yağsız vücut ağırlığının kilosu başına 0,75-0,85 gram protein düşecek
şekilde hesaplanır. Fazla alınan protein, ürik asit değerlerini yükseltiyor.
İşlenmiş etler sağlıksız, pastırma ve sucuk, sağlıklıdır. Küçük deniz balığı
(ağır metal içermez), en az haftada iki kez yenmelidir (Bol omega-3 bulunur).
Yemekler,
sızma zeytinyağı (soğuk sıkım), fındık yağı veya tereyağı ile yapılmalıdır. Paça
çorbası, işkembe çorbası, kemik suyu ile yapılmış yemekler, kolajen ve kök
hücre içerirler. Bağışıklık sistemini güçlendirirler. Aynı şekilde, soğan ve
sarımsak da bağışıklık sistemini güçlendir.
Köy yumurtası,
kayısı kıvamında haşlanarak veya tereyağında 10 dakikadan kısa sürede pişirilerek
yenebilir. Uzun süre haşlanması veya yağda pişirilmesi durumunda, trans yağlar
ortaya çıkıyor. Makarna ve bulgur pilavı, ölçülü olarak yenebilir. Lahmacun,
hamuru mayasız ve ince olduğu, et, sebze içerdiği için sağlıklıdır,
tüketilebilir.
Ceviz,
badem, fındık, fıstık gibi, kabuklu yemişlerde bulunan “Omega-3 yağları”, vücutta
depolanmış yağ hücrelerinin kilidini açar, metabolizmayı hızlandırır, enerji
verir ve mutluluk hormonu da denilen “Serotonin” düzeyini yükselterek, açlık duygusunu
engeller. Kabuğu soyulmuş olanlara, gıda koruyucuları ilave edildiği için,
ceviz, fındık, fıstık, badem gibi yemişler, kabuklu olarak satın alınmalıdır.
Geleneksel yöntemlerle kurutulmuş meyveler(incir, kayısı, erik, dut, hurma), şeker
içerdiği için, çok sınırlı tüketilmelidir.
Geleneksel
yöntemlerle mayalanmış peynir, yoğurt, kefir tüketilmelidir. Yoğurt ve
yoğurttan daha çok probiyotik içeren kefir, yüksek besin değerine sahiptir. Bu
ürünler, bağırsak florasını düzenleyip, bağışıklık sistemini güçlendirirler.
Yoğurdun kaymağı da yenebilir.
Geleneksel
yöntemlerle yapılmış doğal ev sirkesi (üzüm, elma, hurma, portakal kabuğu),
metabolizmayı hızlandırdığı, bağışıklık sistemini, kalp ve damarları koruduğu,
kan değerlerini iyileştirdiği için, sağlığa yararlıdır. Ancak bazı
araştırmalar, günde iki çorba kaşığından fazla sirke tüketmenin, zararlı
olabildiğini göstermektedir. Doğal ev sirkesi ile yapılmış, geleneksel ev
turşusunu (özellikle pancar ve lahana), bol probiyotik içerdiği için,
sofralardan eksik etmemelidir.
Karbonhidratlar, enerji
kaynağıdır, proteinlerin hücrelere girmesini sağlarlar, insülin direncini
düşürürler. Diğer taraftan vücutta, 1 molekül karbonhidratın, 190 molekül su
tutuğu da bilinmektedir. Karbonhidratlar tahıllar, baklagiller, meyvelerde
bulunmaktadırlar. Lifli gıdalar, kompleks karbonhidratlardır. Kompleks
karbonhidratlar, düşük glisemik indekslidir ve uzun süre tok tutarlar. Sindirim
sırasında, parçalanması zor olduğu için, ölçülü tüketilmelidir. Elma, armut,
ayva, nar, portakal, mandalina, muz, şeftali, havuç, pancar, brokoli, bol lif
içerirler. Meyvelerin içinde vitaminlerle birlikte, früktoz denilen, meyve
şekeri de vardır. Bu nedenle, meyveyi ölçülü ve sabah kahvaltısında
yemek, daha uygundur. İncir, üzüm, kavun, karpuz, beyaz dut, fazla şeker
içerdiğinden, olabildiğince az tüketmelidir. Meyveleri, çok iyi yıkamak, posa
ihtiyacı nedeniyle, kabuklarıyla yemek gereklidir.
Tuz, bedenin
yaşamsal fonksiyonlarını düzenler. Sebzelerde, vücudun ihtiyacının tamamına
yakınını karşılayacak kadar, tuz vardır. Yemeklerde çok az miktarda ve mutlaka rafine
edilmemiş tuz, kullanılmalıdır. Fazla tuz böbreklerden atılamayıp, birikir.
Su, kanın
koyuluğunu, kan basıncını ve kalp ritmini ayarlar. Su içmenin, kilo vermekle
bir ilgisi yoktur. İçeceklerin hiçbirisi, suyun yerine geçmez. Vücudun su
gereksinimi, kiloya ve aktiviteye bağlıdır. Normal kilolu bir yetişkin, günde
en az 2 lt. su içmelidir. Vücut susuz kaldığında, kalp ritim bozukluğu ve
tansiyon düşüklüğü gelişebilir. Ayrıca kalp krizi ve felç riski de artar. Çok
fazla su içmek; tansiyonu yükseltir, böbrekleri yorar, elektrolit kaybına neden
olur. Hücrelerin yenilenmesi, toksinlerin (metabolizmanın faaliyetleri sonucu
ortaya çıkan atık maddeler) vücuttan atılabilmesi için pH değeri 7,5’in
üzerinde olan “Alkali” su içilmelidir. Kanın pH değeri 7,365’dir. Eğer vücut
sıvısının pH değeri, asidik seviyelere düşerse, hücre tahribatı başlar.
İçtiğiniz suyun pH seviyesi düşükse, içine içme sodası (Sodyum Bikarbonat)
atarak, bu değeri yükseltebilirsiniz.
İçilen suyun
yararlı olması için, vücut sıcaklığında olmalıdır. Su soğuk içilirse; sindirim
organlarındaki yağları katılaştırıp, bağırsak çeperine yapıştırarak, florasını
bozar. Damarları büzer. Çok sıcak içilen su, temas ettiği hücreleri tahriş
ettiği için, zararlıdır. Sabah aç karnına, içine bir çorba kaşığı limon suyu
veya ev yapımı sirke eklenmiş oda sıcaklığında, bir bardak su içmek, yağ
yakımını hızlandırır. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Gece yatarken bir
bardak su içmek, toksik maddelerin atımını kolaylaştırıp, metabolizmayı
hızlandırır.
Sudan başka,
evde yapılmış az tuzlu ayran, şeker ve boya ilavesiz doğal maden suyu
içilebilir. Kalp, damar, zihin fonksiyonlarını geliştirdiği, antioksidan
içerdikleri için, günde birer fincan Türk kahvesi, siyah veya yeşil çay mutlaka
şekersiz olarak içilmelidir. Türk kahvesini 2 fincandan, siyah, yeşil veya
bitki çayını toplam 3 fincandan fazla içmek, aşırı su kaybına, böbreklerin
yükünün artmasına, kalp ritminin bozulmasına, pH değerinin düşmesine, neden
olabilir. pH Değeri, kahvede 4, siyah çayda 5’tir. Siyah çaya limon ilave
etmek, kansızlığı önler. Asidik değerini düşürür. Çaylar usulüne uygun
demlenmeli, bayatlamadan tüketilmelidir.
BESLENME TARZI
Gıda
seçiminde düşük glisemik indeksli olanlar tercih edilmelidir. Hava aydınlıkken,
metabolizma daha hızlı çalışır. O nedenle, kahvaltıyı güneş doğduktan sonra
yapmak, akşam yemeğini de güneş batmadan, yemek sağlıklıdır. Karaciğer
fonksiyonlarını bozduğu için, akşam yemeğinden sonra, tatlı, meyve, çerez vb.
yememelidir. Yemekten yaklaşık iki saat sonra çay içilebilir. Saat 24.00’de
yatılacaksa, 20.00’den sonra, kesinlikle bir şey yememeli, kafein, teofilin,
alkol ve şeker içeren içki içmemelidir.
Yemek yerken,
güzel şeyler düşünün. Çünkü duygu ve düşünceler, yemek yerken, daha kolay
bilinçaltına kaydedilir. Yemeğe başlamadan önce, yiyeceğinizin size şifa
olmasını dileyerek, bilinçaltınızı kodlayın. Zayıflamayı değil, sağlıklı ve fit
olmayı düşünün. Çünkü “zayıf” kelimesi, bilinçaltında “güçsüz”, “aciz” anlamlarında
sembollere dönüşüyor. Her lokmayı yavaş yavaş çiğneyerek, tadına vararak,
şifalı olduğunu düşünerek, keyifle yutun. Yemeğin ortasında, biraz ara verin.
Bu tutum, bilinçaltına yiyeceğin bol olduğu mesajını verir. Hızlı yemek veya
düşük kalorili beslenmek, bedene kıtlık mesajı göndererek, daha az kalori
harcamasına yol açar. Yemek süresi en az 20 dakika olmalıdır. Çünkü tokluk
sinyali, mideden beyne 20 dakikada ulaşır.
Çocuklar,
gelişme çağındakiler, diyabet hastaları, ağır iş yapanlar, hamile ve emziren
anneler hariç, sağlıklı bir yetişkinin, günde iki öğün yemesi yeterlidir. Ayakta
veya oturarak, yemenin veya içmenin, bilimsel açıdan hiçbir farkı yoktur.
Dengeli beslenen bir kişinin, ayrıca vitamin ve gıda takviyesine gereksinimi
yoktur. Tüketilmemesi gereken yiyecek ve içecekleri, haftada bir gün ve az
miktarda almanın, fazla bir zararı yoktur.
Örnek Sabah
Kahvaltısı:
İki
haşlanmış köy yumurtası (gezinen horozlu tavuktan), bir elma, iki ceviz, üçer
fındık, yer fıstığı, badem, üç tatlı kaşığı lor yemek, bedenin tüm
ihtiyaçlarını karşılar ve doyurucudur.
Bunların
yanında, küçük taneli kiraz, erik, çilek, yenidünya, kayısı, zeytin gibi
meyvelerden toplam 5-6 tane, yenebilir. Elma yerine, armut veya şeftali,
portakal, yerli muz gibi meyvelerden bir tane ya da iki mandalina yenebilir.
Örnek Akşam
Yemeği:
Ana yemek
salata (organik domates, brokoli, yeşillikler) olmalı, yemeğe salata ile
başlanmalıdır. İstediğiniz miktarda yiyebilirsiniz. Salataya sızma zeytinyağı,
limon, doğal sirke, doğal nar ekşisi koyabilirsiniz. Yanında, 3 çorba kaşığına
kadar bulgur pilavı, bir porsiyon yoğurt, bir porsiyon ev turşusu yenebilir.
Yukarıdakilerin
yanında, kuru baklagillerden veya sebze yemeklerinden, 7-8 çorba kaşığı yiyebilirsiniz.
Veya yüzeyde beslenen küçük deniz balıklarından, 7-8 tane yenebilir. Ya da
doğal beslenmiş sığır, koyun, hindi eti veya köy tavuğu, uygun pişirilmiş ve ölçülü
olarak yenebilir.
ARALIKLI
AÇLIK
Bilim
adamlarınca, insan genlerinin 10.000 yıldır, değişmediği bilinmektedir. İnsanoğlunun
bu 10.000 yıllık tarihinin, son 60-70 yılında, 3 ana, 3 ara öğün alışkanlığı
başlamış ve yemek, sosyal bir ritüel haline gelmiştir. Metabolizma, bu yeni
alışkanlığa ayak uydurmakta zorlanmaktadır. Günde 3 ana, 3 ara öğün, doğal
beslenme tarzımız değildir. Ara öğünün, metabolizmayı hızlandırdığı bilimsel
değildir. Çünkü metabolizma, 22 saat aç kaldıktan sonra, yavaşlar. Ayrıca sık
aralıklarla yemek, karaciğeri ve pankreası yorar, insülin direncini geliştirir.
Kahvaltının, günün en önemli öğünü olduğu, 60-70 yıl önce ABD’de bir kahvaltılık
gevrek için, ortaya atılmış, reklam sloganıdır. Bu konuda bilimsel bir kanıtı
yoktur.
Vücut, en
çok sindirim için enerji harcar. Hastaların iştahsız olması, vücudun doğal
iyileşme çabasındandır. Belirli süreler aç kalmaya “Su Orucu”, “Sağlık Orucu”
veya “Aralıklı Açlık” (İntermittent Fasting) denir. Aralıklı açlıkta, gerektiği
kadar su içilir, vücut susuz bırakılmaz. İdrar, renksiz değilse, vücudun suya
ihtiyacı var, demektir. Gastrit ve ülser gibi hastalıkların, açlıkla ilgisi
yoktur. Bu hastalıkların nedeni
“H.Pylori” isimli bakteridir.
Hipokrat,
“Yiyecekleriniz ilaçlarınız, ilaçlarınız yiyecekleriniz olsun. Eğer hasta iken
yerseniz, yedikleriniz hastalığınızı da besler.” demiştir. Yine eski
hekimlerden Plutarch, “İlaç kullanacağınıza bir gün aç kalın”
demiştir. Eflatun “Fiziksel ve zihinsel verimlilik için, oruç tutarım.”
demiştir. Mevlana da “Açlık, ilaçların padişahıdır.” Diyerek, aralıklı açlığın
yararlarını vurgulamıştır.
Yemekten
yaklaşık 8 saat sonra “Leptin” hormonu salgılanmaya başlar. Bu hormon, depo
edilmiş yağları yakar. Hücreleri onarır. Öğünlerin arasında en az 8 saat hiç bir şey
yemeyip, kalori içeren bir şey içilmezse, vücutta daha fazla yağ yakımı gerçekleşir. Sağlık orucu sürecinde, şekersiz sakız bile
çiğnememelidir. Çünkü metabolizma, sakızı da besin maddesi olarak algılayıp, leptin
hormonu salgılamasını keser. 22 Saatten uzun süren açlık, sağlığa zararlıdır.
Sağlık
orucunun başlıca yararları şunlardır:
·
İnsülin
direncini ortadan kaldırır,
·
Leptin
hormonunu arttırır,
·
Trigliserit
miktarını düşürür,
·
Büyüme
hormonunu arttırarak (HGH), hücre yenilenmesini sağlar,
·
Serbest
oksijen radikallerini azaltarak, vücudun yıpranmasını yavaşlatır.
·
Gençlik
genlerini (SIRT-3) uyararak, alzheimer ve parkinson hastalıklarına karşı, beyin
hücrelerini korur.
·
Bağışıklık
sistemini güçlendirir.
Sağlık orucuna
yeni başlayanlarda, yağ yakım hızı düşüktür. Bu süre içinde ağır egzersizler
yapılırsa, vücut enerji yetersizliğine girdiği için, kan şekeri düşebilir.
Metabolizma bu diyet programına yaklaşık 3 haftada alışarak, hızlı yağ yakımına
geçer. Aralıklı açlık, günde iki öğün yemek yiyip, öğünler arasında bir şey yemeyerek
ve kalori içeren bir şey içmeyerek, uygulanır.
ALKOL
TÜKETMEK
Alkol, toksik
bir maddedir. Trigliserit ve ürik asit değerlerini yükseltir. Vücuttan fazla su
atımına neden olur. Fazla tüketilen alkol, kan basıncını yükseltir, karaciğeri
yağlandırır, kalp kasını tahrip eder, damarları büzüştürerek damar tıkanıklığı
ve felce neden olur.
Kırmızı
şarabın, erkeklerin 2, kadınların 1 kadeh günlük tüketimi geçmemek koşuluyla,
kalp damar hastalıkları, diyabet, kanser, alzheimer gibi kronik hastalıklara
karşı koruyucu, bağışıklık sistemini güçlendirici etkisi olduğuna ilişkin,
birçok gözlemsel çalışma bulunmaktadır. Ancak bilimsel bir kanıt bulunmamaktadır.
O nedenle, az içenlerin bırakmasına, hiç içmeyenlerin başlamasına gerek yoktur.
DETOX
“Detox”,
detoxification kelimesinin kısaltılmış ifadesidir. “Toksinlerden arınma”
anlamına gelir. Metabolizmanın faaliyeti sonunda vücutta toksin olarak, üre ve
amonyak oluşur. Onlar da karaciğer ve böbrekler tarafından, vücuttan atılır.
Sonuç olarak, vücudun detox diye bir tedaviye ihtiyacı yoktur.
Lavman,
bağırsak florasını bozduğu için, su detoxu elektrolit dengesini bozduğu için,
zararlıdır. Ayak tabanına yapıştırılan petlerin, yararlı olduğunun bilimsel bir
kanıtı yoktur. 2-3 Günden uzun süre, düşük kalorili beslenmek, sağlığa
zararlıdır.
BAĞIRSAK
TEMİZLİĞİ
Bağırsaklar,
vücudun bağışıklığını sağlayan önemli organlardır. Bazen kabızlık önemli bir
sorun haline gelmektedir. Mide, kalın ve ince bağırsakların iç çeperlerinde
birikmiş, yağların ve serbest radikallerin temizlenmesi, insanlık tarihi kadar
eskidir. Bağırsakları temizlemek için, çok çeşitli müshil yöntemleri vardır. Bu
yöntemler, bağırsak duvarındaki kasları uyarıp, daha fazla çalıştırırlar.
Bağırsak içeriğinin tamamına yakınını boşaltırlar. En bilinen müshiller;
sinemaki, hint yağı ve bazı özel tuzlardır.
Rafine
edilmemiş Çankırı tuzu ile bağırsakları temizlemek:
Sabah bir
şey yiyip içmeden, vücut sıcaklığına kadar ısıtılmış, bir litre suya, bir tatlı
kaşığı rafine edilmemiş Çankırı tuzu ekleyip, karıştırın. Sonra, içimini
kolaylaştırmak için, biraz limon sıkın. Su, vücut ısısında ve tuzlu olmazsa,
bağırsakta emilmiyor. Bu suyu içtikten yaklaşık 1-2 saat sonra, boşaltım
gerçekleşecektir. Boşaltımdan sonra, yoğurt, kefir gibi besinlerle bağırsak
florasında eksilen probiyotikleri, mutlaka tamamlayın.
SPOR
Spor
yapmanın yararları arasında öncelikle, hormon salgılamasını dengelemek,
metabolizmayı hızlandırmak, kas ve kemik yoğunluğunu korumak, ruhsal açıdan
daha iyi hissetmek ve en son olarak da yağ yakmak gelir. Direnç ve kardiyo
egzersizleri, aerobik egzersizlerden daha fazla yağ yaktırır.
Direnç
egzersizleri, kas dokusunu zedeleyip, liflerde küçük yırtıklara sebep olurlar.
Kasların gelişimi, büyümesi ve güç kazanması, dinlenme döneminde gerçekleşir.
Bu nedenle, direnç egzersizleri, en az 48 saat ara ile yapılmalıdır. Eğer 30
dakikadan uzun süre direnç antrenmanı yapılırsa veya dinlenilmez, her gün
yapılırsa, beden kortizol (stres hormonu) salgılamasını arttırır. Yüksek
kortizol, kas yıkımına, yağ oranının artmasına ve serbest radikallerin ortaya
çıkmasına neden olur.
Sabah aç
karına yapılan, aerobik (yürümek) gibi düşük tempolu egzersizler, daha fazla
yağ yaktırır. Çünkü gece boyunca uzun süre bir şey yenmediği için, biriken
leptin hormonu, kandaki glikojen seviyesi düşük olduğu için, daha fazla yağ
yakar. Ancak, direnç ve kardiyo egzersizleri, çok açken (22 saati geçen açlık),
yani kandaki glikojen seviyesi aşırı düşükken yapılırsa, protein tüketilir.
Yani kaslar eridiği için, doğru değildir. Spor, yemekten sonra yapılacaksa,
aradan en az 2 saat geçmesi beklenmelidir. Aşırı sıcak ve nemin yoğun olduğu
saatlerde, spor yapılmamalıdır.
Çalışan kas
kitlesi ne kadar büyükse, o kadar çok yağ yakılır. Vücudun en büyük kas kitlesi
ise, kalça ve bacak bölgesindedir. Bacak adalelerinde depo edilmiş glikojen, 20
dakikada yakılmaktadır. Günde en az bir kere, açık havada, 20 dakika kendi
tempomuzda yürümeliyiz. Tek başına, çevreyi yargılamadan gözleyerek veya nefesi
izleyerek, yapılan yürüyüş, aynı zamanda bir meditasyondur.
Yürümenin
yararlarından bazıları; kaslar, eklemler, kemikler, bağışıklık sistemi
güçlenir, sindirim kolaylaşır, metabolizma yürüyüşten 4 saat sonrasına kadar, hızlı
çalışıp, daha çok yağ yakar. Trigliserid seviyesi düşer, damarların
elastikiyeti artar, kan basıncı, kalp, solunum sistemi düzenlenir. Mutluluk
hormonu salgılanır, daha iyi hissederiz. Yürüyüş, esnek, yumuşak tabanlı, spor
ayakkabılarla yapılmalıdır.
Bir Hint
atasözü “Omurgan ne kadar esnekse, o kadar gençsin” der. Omurgayı esneten
hareketler, yorgunluğu alır, hücreleri yeniler, boyun ve bel fıtığına karşı
korur. Omurgayı esneten, hormon salgılarını, kan değerlerini ve tansiyonu
dengeleyen, evde kolaylıkla yapılabilen hareketlerin başında “Yoga”
gelmektedir. Her sabah, aç karına 10 dakika temel yoga duruşlarını uygulamak,
sağlığa çok şey katıyor. Egzersiz yapmayı, yüzünüzü yıkamak, tıraş olmak, makyaj
yapmak gibi olmazsa olmazlarınız arasında düşünün. Sabah 10 dakika daha erken
kalkıp, mutlaka egzersiz yapın. Sabah yapamazsanız, günün herhangi bir saatinde
yapmak da hiç yapmamaktan iyidir. Sabah yapılan egzersizlere ilaveten, gün
ortası ve gün sonunda da 1-2 dakika süreyle, derin nefes ile birlikte, beden
esnetme hareketlerini yapmak, beden için çok yararlıdır.
Bilim
adamları, uzun süreli kardiyo ve direnç egzersizlerine göre, kas gücünün
sınırlarını kısa bir süre için zorlayan, solunum ve kalp hızını arttıran
antrenmanların vücut için daha yararlı olduğunu, tespit etmiştir. Buna göre, “Yüksek
Şiddetli Aralıklı Antrenman” (High Intensity Interval Training) programları
geliştirmişlerdir.
High
Intensity Interval Training (HIIT) antrenmanlarının yararları:
·
İnsülin
direncini kırar,
·
Kalp
kasını güçlendirir, koroner risk faktörlerini azaltır,
·
Nabız
atışını düzenler,
·
Refleksi
geliştirir,
·
Kas
kitlesini artırır,
·
Yağ
yakımını hızlandır, antrenmandan 24 saat sonrasına kadar, fazladan oksijen
tüketimi nedeniyle, hızlı yağ yakımını sürdürür (Afterburn etkisi).
HIIT egzersizlerine
başlamadan, beden ısıtılmalıdır. En sık iki gün arayla, yapılmalıdır. Hareketlerden
sonraki 2 saat, kalori içeren yiyecek veya içecek tüketilmezse, yağ yakımı daha
da artar.
Uzmanlar,
çeşitli HIIT egzersizleri geliştirmişlerdir. Aşağıda, kolay uygulanabilecek, örnek
HIIT egzersizi, sıralanmıştır:
·
Önce
1 dakika normal tempoda yürünür, sonra 20 saniye olabildiğince hızlı tempoda
yürünür, tekrar 2 dakika normal tempoda
yürünür. Bu egzersiz, 3 kez tekrarlanır.
·
Önce
1 dakika hafif koşulur, sonra 20 saniye olabildiğince hızlı tempoda koşulur,
tekrar 2 dakika yürünür. Bu egzersiz, 3 kez tekrarlanır.
·
Pedal
aletiyle önce 2 dakika düşük tempoda pedal çevrilir, sonra 20 saniye olabildiğince
hızlı tempoda pedal çevrilir. Bu egzersiz, 3 kez tekrarlanır (Timmons
Protokolü).
·
20
Saniyede 20 kere çök-kalk (squat) hareketi yapılır, sonra 1 dakika dinlenilir.
Bu egzersiz 3 kez tekrarlanır.
Herkes kendi
kapasitesine göre, hız, dinlenme süresi ve set sayısını belirleyerek, HIIT egzersizlerini
uygulamalıdır. Toplam süre 1-5 dakika arasında değişebilir.
Squat, temel
egzersizlerdendir. Squat, vücudun neredeyse tüm kaslarını çalıştırarak, yağ
yakımını arttırır, nabzı hızlandırır. Evde kolaylıkla yapılabilir. Doğru
yapılmadığı zaman, sakatlıklara neden olabilir. Orta yaşlılar için, yarım
paralel squat hareketi, daha uygundur.
Yarım
paralel squatın yapılışı; Ayakta, kollar birbirine paralel öne uzanmış, ayaklar
omuz genişliğinde veya biraz daha açık, ayak parmakları 20-30° açıyla, dışa
bakar vaziyete getirilir. Sandalyeye oturur gibi, kalça diz seviyesine gelene
kadar çökülür, ardından hemen ayağa kalkılır. Hareket sırasında, sırtın dik
tutulmasına dikkat edilir. Bağ dokularını ve ince kasları daha iyi çalıştırmak
için, spor ayakkabısıyla veya yoga matı gibi yumuşak bir zeminde yapılmalıdır.
Squat
egzersizine biraz alıştıktan sonra, bu hareketi kolaylıkla kaldırabileceğiniz
ağırlıkta (3-5 kg.) dambıllarla yapmak, daha yararlı olacaktır. Çünkü direnç egzersizleri,
yaş ilerledikçe azalan kas ve kemik yoğunluğunu geri kazandırır veya korur. Hareketi
yaparken, dambılları omuz üzerinde, ancak omuza değdirmeden tutmalıdır.
Squattan
başka “Şınav” (Push Up) da birçok kas grubunu birlikte çalıştıran, evde kolayca
yapılabilen, temel egzersizlerdendir. Şınav, başta göğüs, arka kol ve ön
omuz kaslarını çalıştırır. İkincil olarak, sırt, üst karın, bel ve bacak
kaslarını çalıştırır. Push up da squat gibi, nabız atışını düzenler, yağ
yakımını hızlandırır.
Hareketi,
yukarı kalkarken nefes alıp, aşağı inerken nefes vererek, yapmak gerekiyor.
Aşağı iniş süresinin, yukarı çıkış süresinden daha uzun olması, alınan yararı
arttırıyor. Bu egzersiz, en sık bir gün arayla, üç set halinde, bir set 5-20
kere olabilir.
Sadece boy
uzunluğuna bakarak, ideal kilo hesaplanamaz. Aynı boy ve kiloda iki insan,
vücut yağ oranlarına göre, büyük şekil farklılığı gösterebilir. Bedende yağın
nerelerde depolandığı, çok önemlidir. Karın çevresinde depolanan yağ, kalp
krizi ve şeker hastalığı riskini yükseltiyor. Kaslar, bazal metabolizma hızını
direkt belirler. Kas kitlesi kaybı, metabolizma hızını yavaşlatır. O nedenle, kilo
vermeye değil, sağlığa odaklanın. Kilo vermek, zaten sağlıklı olmanın yan ürünü
olarak gelecektir. Bazen, aynı kiloda ama daha ince görünebilirsiniz. Bu durum
vücudun su tutmasıyla ilgilidir. Giysileriniz en önemli göstergedir. Baskülü
haftada bir, sabah, aynı saatlerde kullanın.
Spora
başlamak için, hiçbir zaman geç değildir. Yapılan araştırmalar, 40 yaşında
spora başlayan ikizlerden birisinin 10 yıl sonra, gençliğinden beri spor yapan ikizi
ile benzer kas ve kemik yapısında olduğunu, göstermiştir.
NEFES ALMAK
Nefes almak,
vücudumuzun doğal bir eylemidir. Yanlış nefes almak, vücuda yeterli oksijenin
girmesini engeller. Oturarak çalışanlar, yeterli oksijen alamazlar. Yaşlıların
ve damar tıkanıklığı olanların, olumsuz ve depresif olmalarının nedeni,
beyinlerine yeterli oksijenin gitmemesidir. Vücuda yeterli oksijeni alamamak;
sürekli yorgunluk hissi, uyku bozuklukları, depresyon, bağışıklık sisteminin
zayıflaması, yüksek tansiyon ve kalp hastalıklarına neden olur. Dünya Sağlık
Örgütüne göre, dinlenme halinde akciğerlere, dakikada 4-6 litre hava doldurmak,
normal kabul edilmektedir.
Spor
yaparken, kesinlikle nefesinizi tutmayın, ihtiyaç duyduğunuz kadar, nefes alın.
Birçok insan, kısa, kesik ve sık nefes alarak, akciğer kapasitesinin sadece % 20’sini
kullanmaktadır. Bu nefes alış, sağlık için yeterli değildir. Doğrusu; burundan,
yavaş, sakin, sessiz, derin, fakat çok güç sarf etmeden, alınan diyafram
solunumudur. Diyafram solunumu, akciğerlerin alt kısmıyla, karın arasındaki
diyafram kasını, hafif sıkarak yapılır. Bu nefes tekniğine “Sufi nefesi” de
denir.
Lenfoloji
uzmanı Dr. Jack Shields (Lenf Bezleri ve Dengeleşim-1992/Kaliforniya), insan
vücuduna yerleştirdiği kameralarla, lenf sistemini temizleyen en iyi
antioksidanın, diyaframdan alınan derin nefes olduğunu, tespit etmiştir. Diyaframdan
alınan derin nefes, vücudu 15 kat fazla toksinlerden arındırmaktadır.
Diyafram solunumu
uygulaması; nefes verirken karını yavaşça içe çekip, ciğerleri boşaltın, nefes
alırken yerine dönmesine izin verin. Uzmanlar, nefes alma kapasitesini
arttırmak için, günde 5-10 dakika, nefes egzersizi yapmayı öneriyorlar. Nefes
egzersizi, yogada da yer almaktadır.
Diyafram
nefesi, dolaşıma destek verip, kalbin yükünü hafifletir. Çok kuvvetli nefes
alıp verildiğinde, dolaşım sisteminden gereğinden fazla karbondioksit atılır.
Bunun sonucunda, solunum yolu çevresindeki kaslar yumuşar, damarlar ve bronşlar
daralır. O zaman da hücrelere, daha az oksijen gider. Bu etki kendisini hafif
baş dönmesi şeklinde hissettirir. Nefesi tutmak ise, kalp kasını sıkıştırır.
GÜNEŞLENMEK
“D”
vitamini, kalsiyum ve fosfor emilimini düzenleyerek, kemiklerin güçlenmesini,
bağırsakların düzenli çalışmasını sağlar. D vitamini, kaslar, cilt ve pankreas
için, yaralıdır. Bazı hormonların salgılanmasının düzenlenmesi, tiroit bezleri,
kanın pıhtılaşması, sinir ve bağışıklık sistemi için gereklidir. Ayrıca D
vitamini, metabolizmayı hızlandırır.
D
vitaminini, yalnızca besinlerden almak, yeterli değildir. Vücudumuz ihtiyacı
olan D vitamininin % 90’ını güneşten karşılar. Cildimiz, güneşten yayılan UVB
ışınlarını sentezleyerek, D vitamini üretir. UVB ışınları, sudan geçer, yani
yüzerken güneşten yararlanmak mümkündür. Bulutlar, ev ve oto camları ile cilt
koruyucu kremler, UVB ışınlarını filtreler. Bu ortamlarda vücut D vitamini
üretemez.
Güneşten yayılan
UVB ışınlarının yanında, UVA ışınları da yeryüzüne ulaşmaktadırlar. UVA
ışınları, cilt lekelerine yol açar. Cildi kırıştırır, yaşlandırır, cilt kanseri
riskini yükseltir. UVA ışınları, UVB ışınlarının aksine, buluttan, camdan
geçer. Gölgedeyken bile, taş, kum, su veya kardan yansıyarak, cilde etki eder.
Bu ışınlardan da korunmamız gerekmektedir.
Güneş
ışınları, Ülkemizde yaz aylarında, yaklaşık olarak saat 11.00 - 17.00 arasında
yeryüzüne 50 dereceden büyük açıyla gelmektedir. Bu saatlerde, gölgeniz
boyunuzdan kısadır ve her iki güneş ışını da fazla miktarda, yeryüzüne
gelmektedir. Güneş ışınlarının yeryüzüyle olan açısı, 21 Aralıkta yerel saatle
12.00’de yaklaşık 25° olmaktadır.
Teni koyu
renkli olanların D vitamini sentezi, cilde renk veren pigmentin yaptığı
engelleme yüzünden, daha geç olur. Beyaz tenli birinin beş dakika güneşlenerek
sentezlediği D vitamini için, siyah tenli birinin, yarım saate ihtiyacı vardır.
Vücut, D vitamini öncü maddesini, güneşlenmenin ilk 30 dakikasından sonra üretmiyor.
O nedenle, daha uzun süreler güneşlenmeye, gerek yoktur. Güneşlendikten hemen
sonra, vücut sıcak su ve sabun veya şampuanla ovalanarak yıkanırsa, cildin
sentezlediği D vitamini öncü maddesi de akıp gider.
Bronz ten, sağlık
göstergesi değildir. Güneş ışınlarının yeryüzüne dik geldiği saatlerde, yazın
güneşlenmekten kaçınmalı, kışın da aksine o saatlerde, güneşlenmeliyiz. Vücudun
herhangi bir kısmının, her gün yaklaşık 15 dakika, açık havada, direkt olarak
güneş görmesi, gerekli ve yeterlidir. Daha fazlası zararlıdır. Güneşlendikten
sonra duş alacaksak, soğuk veya ılık su tercih etmeli ve fazla ovalanmamalıyız.
DÜZENLİ
YAŞAM VE RUH HALİMİZ
Öfkelenmek
ve üzülmek, zehir içmek kadar, bedene zarar veriyor (Kanın pH’ını düşürüyor).
Düşüncelerimize dikkat etmeliyiz. Düşünceler, davranışlarımızı,
davranışlarımız, alışkanlıklarımızı, alışkanlıklar karakterimizi oluşturuyor.
Bu da kaderimizi belirliyor. Olumlu duygu, düşünce ve inanç içinde bulunmakla,
güzel bir kadere sahip olabiliriz. Her şey için sık sık şükretmek, dua etmek,
pozitif bir ruh hali, huzur ve mutluluğa götürdüğü için çok yararlıdır.
Kendimizi olduğumuz gibi kabul etmeliyiz. Mükemmel olmak zorunda değiliz.
Hayatta mutlaka bir amacımız olmalı. Bunun için varız.
Uyumak,
bedenin yenilenmesini sağlar. Gece en geç saat 24.00’de mutlaka yatağa girmek,
sabah en geç saat 08.30’da kalkmak, hücre yenilenmesi açısından, çok önemlidir.
Karanlıkta uyumak ve saat 02.00’de derin uykuda olmak, biyoritme en uygun,
uyuma şeklidir. En ideali, cenin pozisyonunda, sağ yana yatarak uyumaktır. Uzmanlar,
hangi yaş ve cinsiyette olursa olsun, günde 7 saatten az, 9 saatten fazla
uykunun zararlı olduğunu belirtmektedirler. Olanak varsa, öğlen 20 dakikayı
geçmeyecek şekilde, şekerleme yapmak da tavsiyeler arasındadır. Gün ortasında
10 dakika süreyle, yatarak veya oturarak, ayakları kalçalardan yukarı
kaldırmak, ayaklarda biriken kanın, yukarıya pompalanmasını kolaylaştırır.
Yemekten sonra, reflü ve başka sağlık sorunlarıyla karşılaşmamak için, hemen
yatmayın. Fazla hareket de etmeyin. Yatmadan en az 3 saat önce, yemek ve su
haricinde içecek alımını kesmek, uyurken salgılanan leptin hormonunu arttırarak,
hücrelerin onarımını ve gençleşmesini sağlıyor.
Günlük
hijyen için ılık su ile yıkanıp, sonra da kısa süreli soğuk duş almak, organizmanın
dengeli çalışmasını sağlıyor. Doğaya yakın durmak, meditasyon yapmak, sağlıklı
ve huzurlu bir yaşam için, gereklidir.
EN ÖNEMLİ
SAĞLIK GÖSTERGELERİ
Bel Çevresi:
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre, ayakta iken, belin en ince
bölgesinin çevresi, kadınlarda 80, erkeklerde 94 santimetreyi geçmemelidir.
Kan Basıncı
(Tansiyon): Yetişkin bir insanın normal kan basıncı 120-75 Hg/mm’dir. Bu değerler
150-90 Hg/mm. ve üzerine çıktığında veya 90-60 Hg/mm.’nin altına indiğinde,
tıbbi müdahale gerekir.
Büyük
tansiyon (Sistolik basınç) değeri kaç olursa olsun, küçüğünün (Diyastolik
basınç) değeri 90 Hg/mm. ve üzerine çıkıyorsa veya küçüğünün değeri 90
Hg/mm.’nin altındayken, büyüğünün değeri 160 Hg/mm. ve üzerine çıkıyorsa, yine
tıbbi müdahale gerekir.
Kişide
yüksek tansiyon ölçüldüğünde, hemen ilaca başlanmamalı, 2 ay takip edilmelidir.
Bu süre içinde, sigara, alkol, şekerli gıdalar kesilmeli, daha hareketli bir
yaşam seçilmeli ve biraz kilo verilmelidir. Bunlara karşın düzelme yoksa doktor
kontrolünde ilaca başlanmalıdır.
Sağlıklı bir insan, yılda en az bir kez, en az 12 saat aç kaldıktan, sonra kan analizi
yaptırmalıdır.
Kan değerleri tablosunun en önemli parametreleri:
Açlık kan şekeri-Glükoz (AKŞ); 70-109 mg/dL,
İnsülin direnci (HOMA-IR); 0-2,5
2-3 Aylık ortalama kan şekeri (HbA1c); 4-6
HDL; 35-80 mg/dL,
LDL; 0-150 mg/dl,
Trigliserit; 0-150 mg/dl,
Kandaki üre azotu (BUN); 20-40 mg/dl
Kandaki iltihaplanma (CRP); 0-1
Demir; 120-420
B12 vitamini; 187-883
Karaciğer yağlanması (AST); 8-33 U/L
Troitler (T3); 1,71-4,54
Troitler (T4); 0,7-1,48
Yaşlı erkekler için prostat (PSA); 0-4
KAYNAKLAR
Prof.
Dr. Ahmet Rasim KÜÇÜKUSTA - Sağlıklı Olmanın Sırrı Uzun Süre Açlıkta Mı?
Prof.
Dr. Ahmet AYDIN – Taş Devri Diyeti
Prof.
Dr. Canan KARATAY - Obezite ve Diyabete Çözüm Var
Prof.
Dr. Yavuz YÖRÜKOĞLU – 30 Günde 10 Yıl
Prof.
Dr. Yavuz YÖRÜKOĞLU – Orta Yaş El Kitabı
Prof.
Dr. Metin ÖZATA – Glisemik İndeks Diyeti
Prof.
Dr. Kenan DEMİRKOL – Akıllı Beslenmenin Matematiği
Prof.
Dr. M. Emel ALPHAN - Hastalıklarda Beslenme Tedavisi
Dr.
Nil GÜN – Sağlık Olsun
Dr.
Nil GÜN – Kaç Kiloya Programlısın
Dr.
Ümit AKTAŞ – Bitkisel Kürlerle İlaçsız Tedavi
Dr.
Ayça KAYA – Sayarak Zayıfla
Dr.
Yegane MUTLU – Hastalanmadan Yaşayın
Dr.
Michael MOSLEY - Aralıklı Oruç Tutmanın Basit Sırrıyla Kilo Verin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder