08 Şubat, 2017

YAŞAMA SANATI


SAĞLIKLI YAŞAMAK
Vücudumuz, Yaratıcının bize sunduğu, bir armağandır. Ona bu bilinçle saygı ve özen göstermeliyiz. Sağlıklı yaşamanın yolu, % 60 beslenme, % 20 egzersiz yapmak, % 20 de düzenli yaşam ve huzurlu bir zihin halinden geçiyor. Sağlıklı olmanın koşullarından birisi de bir süre diyet yapmak değil, bir yaşam biçimi belirleyip, yavaş kilo verip, vücudun kendi belirlediği kiloda kalmasıdır. Sağlıklı yaşamak için, kalori hesaplamak yerine, doğru beslenmek ve hareketli olmalıdır. Bu gün sağlığına zaman ayırmayan, yarın hastalığına zaman ayırmak zorunda kalacaktır. Unutmayın, yaşlanmak kaçınılmaz, ama ihtiyarlamamak ise elinizdedir.

Yanlış yaşam tarzı, bağışıklık sistemini (immün) çökertmektedir. Birçok uzman, diyabet, hipertansiyon, kalp-damar hastalıkları, vb. kronik rahatsızlıkların, doğru beslenme ve yaşam alışkanlıklarını değiştirerek, iyileştirilebileceğini söylemektedirler.

İnsan fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal boyutuyla bir bütündür. Tedavi olmak, ilaç ve operasyonlarla, hastalık belirtilerinin ortadan kaldırılmasıdır. İyileşmek ise, hastalığa yol açan zihin durumu, alışkanlıklar ve ilişkileri değiştirerek, sağlıklı bir ruh ve bedene kavuşmaktır. “İyileşme, ruhun kendini ifade etmesini engelleyen faktörlerin, ortadan kaldırılmasıyla başlar.” Hipokrat.

YANLIŞ BESLENME
2005 Yılında (Johns Hopkins Bloomberg School of Public Healt-ABD) yapılan bir araştırmada, kalp krizi riskinin, doymuş yağlara değil, kan şekerini yükselten işlem görmüş karbonhidradlı yiyecek ve şekerli içeceklere bağlı olduğu tespit edilmiştir. 2000 Yılında ABD Stanford Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada, fazla karbonhidratlı beslenenlerde, trigliseridlerin aşırı miktarlarda arttığı tespit edilmiştir.

Yanlış beslenme, düzensiz yaşam, mutsuz ve huzursuz ruh hali sonucu, organizmada oluşan hormonal dengesizliklere, “Metabolik Sendrom” denir. Metabolik bozukluklar, uzun süre belirti vermeden, bedeni içten kemirir, çeşitli hastalıklara yol açarlar. Hormonal dengemizi kurduğumuzda, yaşımız kaç olursa olsun, doğal yollarla sağlığa ve huzura kavuşuruz.

Hormon dengesini bozan etmenler; beslenme tarzı (genetiği değiştirilmiş, hormonlu, İşlenmiş gıdalar,  tarım ilaçları), çevresel faktörler (hava, su, elektromanyetik kirlilik, sağlıksız ortam ve ilişkiler), stres, uykusuzluk ve duygusal sorunlardır.

Tükettiğimiz gıdaların çoğunun, ya işlenmiş, ya genetiği değiştirilmiş ya da yanlış pişirilmiş olduğu için, yararlı enzimleri yok edilmiştir. Bedenimiz, 50-60 yıl öncesine kadar, doğada mevcut olmayan (laboratuvar ürünü) gıda katkı maddelerini tanımıyor, nasıl sindireceğini bilmiyor. Onları zehir (Toksik) olarak algılayıp, kendini korumak için, yağ hücrelerinde depoluyor.

Kızartmalar, ızgaralar, mikro dalga fırında pişirilmiş yemekler, konserve, tütsülenmiş balık ve etler, çiftlik tavukları, her türlü atıştırmalık, cips, şeker, şekerleme, çikolata, bal, pekmez, reçel, helva, dondurma, sakız, kola, boyalı-gazlı içecekler, hazır meyve suyu, meyve tozları, hazır meyveli yoğurt, puding, krema, paket süt, süt tozu, granül kahve, hazır çorba, hazır sos, ketçap, mayonez, hazır baharat, köfte karışımı, salam, sosis, bütün pastörize, rafine, ambalajlı gıda maddeleri, çok düşün pH değerlerine sahiptir, metabolizmayı bozmaktadır. Taze sıkılmış meyve suları da vitamini çabuk bozulduğundan, fazla şeker içerdiğinden ve liflerinden arındırıldığından, tercih edilmemelidir. Günümüzde, doğal beslenmeye dönmek, sağlıklı yaşamak için, çok önemli bir gereklilik haline gelmiştir.

GIDA KORUYUCU VE KATKI MADDELERİ
Bütilat Hidroksi Anizol (BHA), Bütilat Hidroksi Toluen (BHT), Sodyum Sülfit, Sodyum Nitrat, Sodyum Nitrit, raf ömrünü uzatan, gıdanın çabuk bozulmasını önleyen katkı maddeleridir. Sülfür Dioksit, Sodyum Sülsit, Potasyum Sülfit, Bisülfit, Metabisülfit (SO2) gıda koruyucusu olarak, fermente içeceklerde kullanılıyor. E220, E222, E223, E224, E225, E249, E250, E251, E252 Kodlarıyla belirtilen gıda koruyucu maddeler de diğerleri gibi, sinir sistemini etkiliyor, davranış bozukluklarına ve bağışıklık sisteminin zayıflamasına, neden oluyor.

Hazır gıda ambalajlarının üzerinde yazan “Hiçbir koruyucu madde içermez” yazısı, “Hiçbir katkı maddesi yoktur” anlamına gelmiyor. Örneğin, ambalajında “Hiçbir koruyucu madde içermez” diye yazan hazır çorbalarda, “Çin Tuzu” da denilen, Monosodyum Glutamat (MSG) adlı lezzet arttırıcı katkı maddesi bulunuyor. MSG (E621) lezzet arttırıcı bir eksitoksindir. Eksitoksinler, hücreleri yıprandırır, aşırı iştaha ve bağımlılığa yol açar. MSG, restoranlarda ve hazır yemeklerde kullanılmaktadır. E102, E104, E110, E211, E122, E124, E129 Kodlarıyla anılan gıda katkı maddeleri de sağlığa zararlıdır.

KAN ŞEKERİ VE İNSÜLİN DİRENCİ
Şeker, en tatlı zehirdir (Toksik). Bağırsak florasını bozmakta, metabolik sendroma neden olmaktadır. 50 Yıl öncesine kadar, obezite, diyabet, kanser, kalp-damar hastalıkları, seyrek görülürdü. Bu hastalıkların artmasıyla, şeker tüketiminin artması arasında, doğru orantı vardır.

Kas, yağ ve karaciğer hücrelerine şekerin (Glikoz) alınmasını sağlayan, hormona “İnsülin” denir. Yemek yedikten sonra artan kan şekeri seviyesiyle birlikte, pankreas insülin salgılamaya başlar. İnsülin, glikozu hücrelere taşır. Glikoz, hücrelerde enerji olarak, kullanılır. İnsülin, glikozun fazlasını, “Trigliserit” (VLDL kolesterol) denilen kan yağına çevirip, karaciğerde ve kas dokusunda depolar.

Vücut, insülin miktarını, kan şekeri seviyesine göre ayarlar. Eğer, kan şekeri ile insülin miktarı arasındaki oran bozulursa, glikozun hücrelere girişi azalır. Bu sendroma “İnsülin Direnci” denir. İnsülin direnci, kilo vermeyi zorlaştırır, şeker hastalığına neden olur. Bel çevresinin geniş olması, insülin direncinin varlığını gösterir. Kilo arttıkça, insülin direnci artar. Doğru beslenip, egzersiz yaparak, insülin direncini kırabiliriz.

Sürekli yüksek kan şekeri; çarpıntı, yüksek tansiyon, damar tıkanıklığı, felç, kalp krizi, böbrek hastalıkları, göz hastalıkları, hücre büyümesi (kanser) ve iç organların yağlanmasına, bağışıklık sisteminin baskılanmasına, neden olur.

Meyve şekeri olan “Früktoz”, enerji olarak kullanılamaz, karaciğerde yağ olarak biriktirilir. Karaciğere, diğer şekerlerden 7 kat daha zararlıdır. Vücuda girdiğinde, kan şekerini yükseltmez, kötü kolesterol (LDL, VLDL) ve ürik asit seviyelerini, yükseltir. İnsülin direncini arttırır. Meyveler, çeşitli vitaminlerle birlikte, früktoz da içerdikleri için, ölçülü yenmelidir. Früktoz, ketçap, krema, kola, gazoz, şekerleme, hazır çorba, çikolata, gofret, puding, hazır kek gibi birçok hazır gıda ve içecekte, laboratuvarda ucuz olarak üretildiği ve bağımlılık yaptığı için, bolca kullanılmaktadır. Hazır yiyecek ve içeceklerdeki früktoz, daha hızlı emildiğinden, meyvelerdekinden daha zararlıdır.

Aspartam vb. suni tatlandırıcılar, gıda değil kimyasal maddelerdir. Tüm diğer gıda katkı maddelerinin hepsinden daha fazla sağlığa zarar verirler. Bu nedenle diyabetik ürünlerden uzak durulmalıdır.

GLİSEMİK İNDEKS
Gıdaların yendikten sonra, kandaki glukoz seviyesini (kan şekeri seviyesini) ne kadar hızlı arttırdığı, “Glisemik İndeks” ile ölçülür. Bu indeks, 0 – 100 arası değerlerle ifade edilir. Besinlerin kan şekerine etkisi çok farklıdır. Glisemik indeksi yüksek olan yiyecekler, kan şekerini hızla yükseltip, sonra da hızla düşürürler. Kan şekerinin düşmesi, açlık hissi verir. Glisemik indeksi yüksek gıdalar, kandaki trigliseriti yükseltir.

Glisemik indeks; glikozda 100, rafine beyaz şekerde 70, balda 60, patateste 95, pirinçte 85, mısırda 85, karpuz 75, kavun 60, çikolata 70, kestanede 60, beyaz ekmekte 95, tam buğday ekmeğinde 65, çavdar ekmeğinde 45, yulaf ekmeğinde 40, makarnada 50, bulgurda 45, irmikte 45, elma 35, şeftali 35, armut 30, domates 30, ceviz 15, fındık 15, badem 15’ dir. Sebzelerde düşüktür, pişince biraz artar. Glisemik indeksi sıfır olan bazı gıdalar; et, balık, tavuk, yumurta ve yoğurttur.

GLÜTEN
Glüten isimli proteine insan vücudu tahammülsüzlük gösteriyor. Glüten, bağırsak çeperine yapışarak, florasını ve dolayısıyla bağışıklık sistemini bozuyor. Ayrıca glüten; kansızlık, alerji, kısırlık, diyabet, kanser, MS, ALS, parkinson, alzheimer gibi birçok hastalığa neden olmaktadır.

Glüten, bütün tahıllarda vardır. Özellikle melezleştirilmiş ekmeklik buğday (Cüce), % 10 glüten içerir ve 42 kromozomludur. Ayrıca, buğday un haline gelirken, birçok kimyasal madde eklenmektedir. Ekmek yapımında kullanılan hazır maya da (Endüstriyel maya), bağırsak geçirgenliğini zorlaştırmaktadır. Bu nedenlerle, fırın ekmeği sağlığa zararlıdır.

Bulgur, irmik ve makarnalık buğdayda da glüten oranı yüksektir. Çavdar, arpa ve yulaf da yüksek oranda glüten içerirler. Antik “Siyez buğdayı” 14, “Kavılca buğdayı” 28 kromozomlu olup, % 1’den az oranda glüten içerir.

Endüstriyel mayalar 40 dakikada, geleneksel ekşi maya 6-48 saatte, fermantasyon işlemini, tamamlamaktadır. Endüstriyel mayalar, unun içindeki glüteni olduğu gibi korur. Ekşi maya içindeki probiyotikler, sindirimi mümkün olmayan glüteni ayrıştırarak, sindirilebilir hale getirirler. Genetiği değiştirilmemiş Siyez ve Kavılca buğdaylarının, geleneksel taş değirmende öğütülerek, elde edilen katkısız undan, ekşi maya ile yapılan ekmek, sağlıklıdır. Ölçülü olarak yenebilir.

TRANS YAĞLAR VE KOLESTEROL
Trans yağlar, sıvı yağları oluşturan moleküller arasına hidrojen yerleştirerek, oluşturulurlar. Ayrıca sıvı yağların tekrar ısıtılmasıyla, ortaya çıkarlar. Trans yağların çok kullanılmasının en önemli nedeni, maliyetinin düşük olmasıdır. Birçok gıda firması, trans yağları tercih etmektedir.

Etiketlerinde “Hidrojenize yağ” içerdiği yazan gıdalarda, trans yağ bulunuyor demektir. Trans yağlar, VLDL ve LDL kolesterol seviyesini yükseltir. Kolesterol, vücudun yapı taşlarındandır. Bir hormondur ve çok iyi bir antioksidandır. Kandaki miktarı normalden fazla olursa, damarların çeperine sıvanarak, kalp-damar hastalıklarına neden olmaktadır. HDL kolesterol, VLDL ve LDL kolesterol seviyesini aşağı çekerek dengeler. Onun için halk arasında iyi kolesterol diye bilinir.

Son yapılan araştırmalarda, hayvansal ve doymuş yağların kolesterol seviyesini yükseltmediği saptanmıştır. Spor yapmak, kandaki HDL miktarını arttırmaktadır.

METABOLİZMAYI BOZAN DİĞER ETKENLER
Kola; fosforik asit, sitrik asit ve şeker içeriyor. Enerji içecekleri; sitrik asit ve şeker içeriyor. Kola, gazoz ve meyve sularının pH’ı 2-3 arasındadır. Her türlü asitli, gazlı, kolalı, rafine, pastörize, paketlenmiş, uzun raf ömrüne sahip, yiyecek ve içecekler, vücudun alkali dengesini ve bağırsak geçirgenliğini bozuyor. Bağışıklık sistemini zayıflatıyor. Trigliseridi yükseltiyor. Ayrıca gazlı içecekler, diyaframın kalbe baskı yapmasına, bunun sonucunda da ritim problemlerine veya nefes darlığına yol açabiliyor. 

Sütte bulunan “Laktoz” un, sindirimi zordur. Laktoz, glüten ve lifli gıdalar, bağırsaklarda gaz birikmesine neden olur. Form çaylarını uzun süre kullanmak, bağırsak florasını (Metabolizmayı) bozmaktadır.

Aspirin de dahil olmak üzere, bütün ilaçlar toksiktir. İlaç olarak alınan antibiyotikler, vücuttaki tüm probiyotikleri öldürmektedir. İlaçlar, gerektiğinde ve son çare olarak, kullanılmalıdır.

Düşük kalorili diyetler, hızlı kilo kaybı sağlar. Fakat yağların yanında, kas ve su da kaybettirir. Eğer kilo verdiğinizde öncelikle, yüzünüz ve kollarınız inceliyorsa, kas kaybediyor, doğru zayıflamıyorsunuz demektir. Diğer yandan, meyve, sebze, et fark etmez, fazladan yenen her besin, vücutta yağ olarak depolanır. Hızlı, zorlayarak ve tıka basa yemek, tansiyonun yükselmesine ve kalp krizine yol açabilir. Bazı bitkisel ilaç ve gıda takviyelerinin de metabolizmayı bozduğu saptanmıştır. Doğru ve sağlıklı beslenen birinin, gıda takviyesi almasına gerek yoktur.

DOĞRU BESLENME
Kalorisi düşük, besin değeri yüksek olduğu için, salatalar bol tüketilmelidir. Bazı vitamin ve mineraller, yağda çözündüğü için, salataya mutlaka sızma zeytinyağı dökülmelidir. Fırın ve tencerede usulüne uygun pişirilmiş, baklagil ve sebze yemekleri sağlıklıdır.

Köy tavuğu, doğal ortamda beslenmiş, koyun ve dananın eti, ölçülü olarak, yenmelidir. Yenecek miktar, yağsız vücut ağırlığının kilosu başına 0,75-0,85 gram protein düşecek şekilde hesaplanır. Fazla alınan protein, ürik asit değerlerini yükseltiyor. İşlenmiş etler sağlıksız, pastırma ve sucuk, sağlıklıdır. Küçük deniz balığı (ağır metal içermez), en az haftada iki kez yenmelidir (Bol omega-3 bulunur).

Yemekler, sızma zeytinyağı (soğuk sıkım), fındık yağı veya tereyağı ile yapılmalıdır. Paça çorbası, işkembe çorbası, kemik suyu ile yapılmış yemekler, kolajen ve kök hücre içerirler. Bağışıklık sistemini güçlendirirler. Aynı şekilde, soğan ve sarımsak da bağışıklık sistemini güçlendir.

Köy yumurtası, kayısı kıvamında haşlanarak veya tereyağında 10 dakikadan kısa sürede pişirilerek yenebilir. Uzun süre haşlanması veya yağda pişirilmesi durumunda, trans yağlar ortaya çıkıyor. Makarna ve bulgur pilavı, ölçülü olarak yenebilir. Lahmacun, hamuru mayasız ve ince olduğu, et, sebze içerdiği için sağlıklıdır, tüketilebilir.

Ceviz, badem, fındık, fıstık gibi, kabuklu yemişlerde bulunan “Omega-3 yağları”, vücutta depolanmış yağ hücrelerinin kilidini açar, metabolizmayı hızlandırır, enerji verir ve mutluluk hormonu da denilen “Serotonin” düzeyini yükselterek, açlık duygusunu engeller. Kabuğu soyulmuş olanlara, gıda koruyucuları ilave edildiği için, ceviz, fındık, fıstık, badem gibi yemişler, kabuklu olarak satın alınmalıdır. Geleneksel yöntemlerle kurutulmuş meyveler(incir, kayısı, erik, dut, hurma), şeker içerdiği için, çok sınırlı tüketilmelidir.

Geleneksel yöntemlerle mayalanmış peynir, yoğurt, kefir tüketilmelidir. Yoğurt ve yoğurttan daha çok probiyotik içeren kefir, yüksek besin değerine sahiptir. Bu ürünler, bağırsak florasını düzenleyip, bağışıklık sistemini güçlendirirler. Yoğurdun kaymağı da yenebilir.

Geleneksel yöntemlerle yapılmış doğal ev sirkesi (üzüm, elma, hurma, portakal kabuğu), metabolizmayı hızlandırdığı, bağışıklık sistemini, kalp ve damarları koruduğu, kan değerlerini iyileştirdiği için, sağlığa yararlıdır. Ancak bazı araştırmalar, günde iki çorba kaşığından fazla sirke tüketmenin, zararlı olabildiğini göstermektedir. Doğal ev sirkesi ile yapılmış, geleneksel ev turşusunu (özellikle pancar ve lahana), bol probiyotik içerdiği için, sofralardan eksik etmemelidir.

Karbonhidratlar, enerji kaynağıdır, proteinlerin hücrelere girmesini sağlarlar, insülin direncini düşürürler. Diğer taraftan vücutta, 1 molekül karbonhidratın, 190 molekül su tutuğu da bilinmektedir. Karbonhidratlar tahıllar, baklagiller, meyvelerde bulunmaktadırlar. Lifli gıdalar, kompleks karbonhidratlardır. Kompleks karbonhidratlar, düşük glisemik indekslidir ve uzun süre tok tutarlar. Sindirim sırasında, parçalanması zor olduğu için, ölçülü tüketilmelidir. Elma, armut, ayva, nar, portakal, mandalina, muz, şeftali, havuç, pancar, brokoli, bol lif içerirler. Meyvelerin içinde vitaminlerle birlikte, früktoz denilen, meyve şekeri de vardır. Bu nedenle, meyveyi ölçülü ve sabah kahvaltısında yemek, daha uygundur. İncir, üzüm, kavun, karpuz, beyaz dut, fazla şeker içerdiğinden, olabildiğince az tüketmelidir. Meyveleri, çok iyi yıkamak, posa ihtiyacı nedeniyle, kabuklarıyla yemek gereklidir.

Tuz, bedenin yaşamsal fonksiyonlarını düzenler. Sebzelerde, vücudun ihtiyacının tamamına yakınını karşılayacak kadar, tuz vardır. Yemeklerde çok az miktarda ve mutlaka rafine edilmemiş tuz, kullanılmalıdır. Fazla tuz böbreklerden atılamayıp, birikir.

Su, kanın koyuluğunu, kan basıncını ve kalp ritmini ayarlar. Su içmenin, kilo vermekle bir ilgisi yoktur. İçeceklerin hiçbirisi, suyun yerine geçmez. Vücudun su gereksinimi, kiloya ve aktiviteye bağlıdır. Normal kilolu bir yetişkin, günde en az 2 lt. su içmelidir. Vücut susuz kaldığında, kalp ritim bozukluğu ve tansiyon düşüklüğü gelişebilir. Ayrıca kalp krizi ve felç riski de artar. Çok fazla su içmek; tansiyonu yükseltir, böbrekleri yorar, elektrolit kaybına neden olur. Hücrelerin yenilenmesi, toksinlerin (metabolizmanın faaliyetleri sonucu ortaya çıkan atık maddeler) vücuttan atılabilmesi için pH değeri 7,5’in üzerinde olan “Alkali” su içilmelidir. Kanın pH değeri 7,365’dir. Eğer vücut sıvısının pH değeri, asidik seviyelere düşerse, hücre tahribatı başlar. İçtiğiniz suyun pH seviyesi düşükse, içine içme sodası (Sodyum Bikarbonat) atarak, bu değeri yükseltebilirsiniz.

İçilen suyun yararlı olması için, vücut sıcaklığında olmalıdır. Su soğuk içilirse; sindirim organlarındaki yağları katılaştırıp, bağırsak çeperine yapıştırarak, florasını bozar. Damarları büzer. Çok sıcak içilen su, temas ettiği hücreleri tahriş ettiği için, zararlıdır. Sabah aç karnına, içine bir çorba kaşığı limon suyu veya ev yapımı sirke eklenmiş oda sıcaklığında, bir bardak su içmek, yağ yakımını hızlandırır. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Gece yatarken bir bardak su içmek, toksik maddelerin atımını kolaylaştırıp, metabolizmayı hızlandırır.

Sudan başka, evde yapılmış az tuzlu ayran, şeker ve boya ilavesiz doğal maden suyu içilebilir. Kalp, damar, zihin fonksiyonlarını geliştirdiği, antioksidan içerdikleri için, günde birer fincan Türk kahvesi, siyah veya yeşil çay mutlaka şekersiz olarak içilmelidir. Türk kahvesini 2 fincandan, siyah, yeşil veya bitki çayını toplam 3 fincandan fazla içmek, aşırı su kaybına, böbreklerin yükünün artmasına, kalp ritminin bozulmasına, pH değerinin düşmesine, neden olabilir. pH Değeri, kahvede 4, siyah çayda 5’tir. Siyah çaya limon ilave etmek, kansızlığı önler. Asidik değerini düşürür. Çaylar usulüne uygun demlenmeli, bayatlamadan tüketilmelidir.

BESLENME TARZI
Gıda seçiminde düşük glisemik indeksli olanlar tercih edilmelidir. Hava aydınlıkken, metabolizma daha hızlı çalışır. O nedenle, kahvaltıyı güneş doğduktan sonra yapmak, akşam yemeğini de güneş batmadan, yemek sağlıklıdır. Karaciğer fonksiyonlarını bozduğu için, akşam yemeğinden sonra, tatlı, meyve, çerez vb. yememelidir. Yemekten yaklaşık iki saat sonra çay içilebilir. Saat 24.00’de yatılacaksa, 20.00’den sonra, kesinlikle bir şey yememeli, kafein, teofilin, alkol ve şeker içeren içki içmemelidir.

Yemek yerken, güzel şeyler düşünün. Çünkü duygu ve düşünceler, yemek yerken, daha kolay bilinçaltına kaydedilir. Yemeğe başlamadan önce, yiyeceğinizin size şifa olmasını dileyerek, bilinçaltınızı kodlayın. Zayıflamayı değil, sağlıklı ve fit olmayı düşünün. Çünkü “zayıf” kelimesi, bilinçaltında “güçsüz”, “aciz” anlamlarında sembollere dönüşüyor. Her lokmayı yavaş yavaş çiğneyerek, tadına vararak, şifalı olduğunu düşünerek, keyifle yutun. Yemeğin ortasında, biraz ara verin. Bu tutum, bilinçaltına yiyeceğin bol olduğu mesajını verir. Hızlı yemek veya düşük kalorili beslenmek, bedene kıtlık mesajı göndererek, daha az kalori harcamasına yol açar. Yemek süresi en az 20 dakika olmalıdır. Çünkü tokluk sinyali, mideden beyne 20 dakikada ulaşır.

Çocuklar, gelişme çağındakiler, diyabet hastaları, ağır iş yapanlar, hamile ve emziren anneler hariç, sağlıklı bir yetişkinin, günde iki öğün yemesi yeterlidir. Ayakta veya oturarak, yemenin veya içmenin, bilimsel açıdan hiçbir farkı yoktur. Dengeli beslenen bir kişinin, ayrıca vitamin ve gıda takviyesine gereksinimi yoktur. Tüketilmemesi gereken yiyecek ve içecekleri, haftada bir gün ve az miktarda almanın, fazla bir zararı yoktur.

Örnek Sabah Kahvaltısı:
İki haşlanmış köy yumurtası (gezinen horozlu tavuktan), bir elma, iki ceviz, üçer fındık, yer fıstığı, badem, üç tatlı kaşığı lor yemek, bedenin tüm ihtiyaçlarını karşılar ve doyurucudur.
Bunların yanında, küçük taneli kiraz, erik, çilek, yenidünya, kayısı, zeytin gibi meyvelerden toplam 5-6 tane, yenebilir. Elma yerine, armut veya şeftali, portakal, yerli muz gibi meyvelerden bir tane ya da iki mandalina yenebilir.

Örnek Akşam Yemeği:
Ana yemek salata (organik domates, brokoli, yeşillikler) olmalı, yemeğe salata ile başlanmalıdır. İstediğiniz miktarda yiyebilirsiniz. Salataya sızma zeytinyağı, limon, doğal sirke, doğal nar ekşisi koyabilirsiniz. Yanında, 3 çorba kaşığına kadar bulgur pilavı, bir porsiyon yoğurt, bir porsiyon ev turşusu yenebilir.

Yukarıdakilerin yanında, kuru baklagillerden veya sebze yemeklerinden, 7-8 çorba kaşığı yiyebilirsiniz. Veya yüzeyde beslenen küçük deniz balıklarından, 7-8 tane yenebilir. Ya da doğal beslenmiş sığır, koyun, hindi eti veya köy tavuğu, uygun pişirilmiş ve ölçülü olarak yenebilir.

ARALIKLI AÇLIK
Bilim adamlarınca, insan genlerinin 10.000 yıldır, değişmediği bilinmektedir. İnsanoğlunun bu 10.000 yıllık tarihinin, son 60-70 yılında, 3 ana, 3 ara öğün alışkanlığı başlamış ve yemek, sosyal bir ritüel haline gelmiştir. Metabolizma, bu yeni alışkanlığa ayak uydurmakta zorlanmaktadır. Günde 3 ana, 3 ara öğün, doğal beslenme tarzımız değildir. Ara öğünün, metabolizmayı hızlandırdığı bilimsel değildir. Çünkü metabolizma, 22 saat aç kaldıktan sonra, yavaşlar. Ayrıca sık aralıklarla yemek, karaciğeri ve pankreası yorar, insülin direncini geliştirir. Kahvaltının, günün en önemli öğünü olduğu, 60-70 yıl önce ABD’de bir kahvaltılık gevrek için, ortaya atılmış, reklam sloganıdır. Bu konuda bilimsel bir kanıtı yoktur.

Vücut, en çok sindirim için enerji harcar. Hastaların iştahsız olması, vücudun doğal iyileşme çabasındandır. Belirli süreler aç kalmaya “Su Orucu”, “Sağlık Orucu” veya “Aralıklı Açlık” (İntermittent Fasting) denir. Aralıklı açlıkta, gerektiği kadar su içilir, vücut susuz bırakılmaz. İdrar, renksiz değilse, vücudun suya ihtiyacı var, demektir. Gastrit ve ülser gibi hastalıkların, açlıkla ilgisi yoktur. Bu hastalıkların nedeni  “H.Pylori” isimli bakteridir.

Hipokrat, “Yiyecekleriniz ilaçlarınız, ilaçlarınız yiyecekleriniz olsun. Eğer hasta iken yerseniz, yedikleriniz hastalığınızı da besler.” demiştir. Yine eski hekimlerden Plutarch, “İlaç kullanacağınıza bir gün aç kalın” demiştir. Eflatun “Fiziksel ve zihinsel verimlilik için, oruç tutarım.” demiştir. Mevlana da “Açlık, ilaçların padişahıdır.” Diyerek, aralıklı açlığın yararlarını vurgulamıştır.

Yemekten yaklaşık 8 saat sonra “Leptin” hormonu salgılanmaya başlar. Bu hormon, depo edilmiş yağları yakar. Hücreleri onarır. Öğünlerin arasında en az 8 saat hiç bir şey yemeyip, kalori içeren bir şey içilmezse, vücutta daha fazla yağ yakımı gerçekleşir. Sağlık orucu sürecinde, şekersiz sakız bile çiğnememelidir. Çünkü metabolizma, sakızı da besin maddesi olarak algılayıp, leptin hormonu salgılamasını keser. 22 Saatten uzun süren açlık, sağlığa zararlıdır.

Sağlık orucunun başlıca yararları şunlardır:
·     İnsülin direncini ortadan kaldırır,
·     Leptin hormonunu arttırır,
·     Trigliserit miktarını düşürür,
·     Büyüme hormonunu arttırarak (HGH), hücre yenilenmesini sağlar,
·     Serbest oksijen radikallerini azaltarak, vücudun yıpranmasını yavaşlatır.
·     Gençlik genlerini (SIRT-3) uyararak, alzheimer ve parkinson hastalıklarına karşı, beyin hücrelerini korur.
·     Bağışıklık sistemini güçlendirir.

Sağlık orucuna yeni başlayanlarda, yağ yakım hızı düşüktür. Bu süre içinde ağır egzersizler yapılırsa, vücut enerji yetersizliğine girdiği için, kan şekeri düşebilir. Metabolizma bu diyet programına yaklaşık 3 haftada alışarak, hızlı yağ yakımına geçer. Aralıklı açlık, günde iki öğün yemek yiyip, öğünler arasında bir şey yemeyerek ve kalori içeren bir şey içmeyerek, uygulanır.
Otofaji; yıpranmış, hasarlı, mutasyona uğramış hücrelerin vücuttan atılmasıdır. Sağlık orucunun 16. saatinden sonra başlar.

ALKOL TÜKETMEK
Alkol, toksik bir maddedir. Trigliserit ve ürik asit değerlerini yükseltir. Vücuttan fazla su atımına neden olur. Fazla tüketilen alkol, kan basıncını yükseltir, karaciğeri yağlandırır, kalp kasını tahrip eder, damarları büzüştürerek damar tıkanıklığı ve felce neden olur.

Kırmızı şarabın, erkeklerin 2, kadınların 1 kadeh günlük tüketimi geçmemek koşuluyla, kalp damar hastalıkları, diyabet, kanser, alzheimer gibi kronik hastalıklara karşı koruyucu, bağışıklık sistemini güçlendirici etkisi olduğuna ilişkin, birçok gözlemsel çalışma bulunmaktadır. Ancak bilimsel bir kanıt bulunmamaktadır. O nedenle, az içenlerin bırakmasına, hiç içmeyenlerin başlamasına gerek yoktur.

DETOX
“Detox”, detoxification kelimesinin kısaltılmış ifadesidir. “Toksinlerden arınma” anlamına gelir. Metabolizmanın faaliyeti sonunda vücutta toksin olarak, üre ve amonyak oluşur. Onlar da karaciğer ve böbrekler tarafından, vücuttan atılır. Sonuç olarak, vücudun detox diye bir tedaviye ihtiyacı yoktur.

Lavman, bağırsak florasını bozduğu için, su detoxu elektrolit dengesini bozduğu için, zararlıdır. Ayak tabanına yapıştırılan petlerin, yararlı olduğunun bilimsel bir kanıtı yoktur. 2-3 Günden uzun süre, düşük kalorili beslenmek, sağlığa zararlıdır.

BAĞIRSAK TEMİZLİĞİ
Bağırsaklar, vücudun bağışıklığını sağlayan önemli organlardır. Bazen kabızlık önemli bir sorun haline gelmektedir. Mide, kalın ve ince bağırsakların iç çeperlerinde birikmiş, yağların ve serbest radikallerin temizlenmesi, insanlık tarihi kadar eskidir. Bağırsakları temizlemek için, çok çeşitli müshil yöntemleri vardır. Bu yöntemler, bağırsak duvarındaki kasları uyarıp, daha fazla çalıştırırlar. Bağırsak içeriğinin tamamına yakınını boşaltırlar. En bilinen müshiller; sinemaki, hint yağı ve bazı özel tuzlardır.

Rafine edilmemiş Çankırı tuzu ile bağırsakları temizlemek:
Sabah bir şey yiyip içmeden, vücut sıcaklığına kadar ısıtılmış, bir litre suya, bir tatlı kaşığı rafine edilmemiş Çankırı tuzu ekleyip, karıştırın. Sonra, içimini kolaylaştırmak için, biraz limon sıkın. Su, vücut ısısında ve tuzlu olmazsa, bağırsakta emilmiyor. Bu suyu içtikten yaklaşık 1-2 saat sonra, boşaltım gerçekleşecektir. Boşaltımdan sonra, yoğurt, kefir gibi besinlerle bağırsak florasında eksilen probiyotikleri, mutlaka tamamlayın.

SPOR
Spor yapmanın yararları arasında öncelikle, hormon salgılamasını dengelemek, metabolizmayı hızlandırmak, kas ve kemik yoğunluğunu korumak, ruhsal açıdan daha iyi hissetmek ve en son olarak da yağ yakmak gelir. Direnç ve kardiyo egzersizleri, aerobik egzersizlerden daha fazla yağ yaktırır.

Direnç egzersizleri, kas dokusunu zedeleyip, liflerde küçük yırtıklara sebep olurlar. Kasların gelişimi, büyümesi ve güç kazanması, dinlenme döneminde gerçekleşir. Bu nedenle, direnç egzersizleri, en az 48 saat ara ile yapılmalıdır. Eğer 30 dakikadan uzun süre direnç antrenmanı yapılırsa veya dinlenilmez, her gün yapılırsa, beden kortizol (stres hormonu) salgılamasını arttırır. Yüksek kortizol, kas yıkımına, yağ oranının artmasına ve serbest radikallerin ortaya çıkmasına neden olur.

Sabah aç karına yapılan, aerobik (yürümek) gibi düşük tempolu egzersizler, daha fazla yağ yaktırır. Çünkü gece boyunca uzun süre bir şey yenmediği için, biriken leptin hormonu, kandaki glikojen seviyesi düşük olduğu için, daha fazla yağ yakar. Ancak, direnç ve kardiyo egzersizleri, çok açken (22 saati geçen açlık), yani kandaki glikojen seviyesi aşırı düşükken yapılırsa, protein tüketilir. Yani kaslar eridiği için, doğru değildir. Spor, yemekten sonra yapılacaksa, aradan en az 2 saat geçmesi beklenmelidir. Aşırı sıcak ve nemin yoğun olduğu saatlerde, spor yapılmamalıdır.

Çalışan kas kitlesi ne kadar büyükse, o kadar çok yağ yakılır. Vücudun en büyük kas kitlesi ise, kalça ve bacak bölgesindedir. Bacak adalelerinde depo edilmiş glikojen, 20 dakikada yakılmaktadır. Günde en az bir kere, açık havada, 20 dakika kendi tempomuzda yürümeliyiz. Tek başına, çevreyi yargılamadan gözleyerek veya nefesi izleyerek, yapılan yürüyüş, aynı zamanda bir meditasyondur.

Yürümenin yararlarından bazıları; kaslar, eklemler, kemikler, bağışıklık sistemi güçlenir, sindirim kolaylaşır, metabolizma yürüyüşten 4 saat sonrasına kadar, hızlı çalışıp, daha çok yağ yakar. Trigliserid seviyesi düşer, damarların elastikiyeti artar, kan basıncı, kalp, solunum sistemi düzenlenir. Mutluluk hormonu salgılanır, daha iyi hissederiz. Yürüyüş, esnek, yumuşak tabanlı, spor ayakkabılarla yapılmalıdır.

Bir Hint atasözü “Omurgan ne kadar esnekse, o kadar gençsin” der. Omurgayı esneten hareketler, yorgunluğu alır, hücreleri yeniler, boyun ve bel fıtığına karşı korur. Omurgayı esneten, hormon salgılarını, kan değerlerini ve tansiyonu dengeleyen, evde kolaylıkla yapılabilen hareketlerin başında “Yoga” gelmektedir. Her sabah, aç karına 10 dakika temel yoga duruşlarını uygulamak, sağlığa çok şey katıyor. Egzersiz yapmayı, yüzünüzü yıkamak, tıraş olmak, makyaj yapmak gibi olmazsa olmazlarınız arasında düşünün. Sabah 10 dakika daha erken kalkıp, mutlaka egzersiz yapın. Sabah yapamazsanız, günün herhangi bir saatinde yapmak da hiç yapmamaktan iyidir. Sabah yapılan egzersizlere ilaveten, gün ortası ve gün sonunda da 1-2 dakika süreyle, derin nefes ile birlikte, beden esnetme hareketlerini yapmak, beden için çok yararlıdır.

Bilim adamları, uzun süreli kardiyo ve direnç egzersizlerine göre, kas gücünün sınırlarını kısa bir süre için zorlayan, solunum ve kalp hızını arttıran antrenmanların vücut için daha yararlı olduğunu, tespit etmiştir. Buna göre, “Yüksek Şiddetli Aralıklı Antrenman” (High Intensity Interval Training) programları geliştirmişlerdir.

High Intensity Interval Training (HIIT) antrenmanlarının yararları:
·     İnsülin direncini kırar,
·     Kalp kasını güçlendirir, koroner risk faktörlerini azaltır,
·     Nabız atışını düzenler,
·     Refleksi geliştirir,
·     Kas kitlesini artırır,
·     Yağ yakımını hızlandır, antrenmandan 24 saat sonrasına kadar, fazladan oksijen tüketimi nedeniyle, hızlı yağ yakımını sürdürür (Afterburn etkisi).

HIIT egzersizlerine başlamadan, beden ısıtılmalıdır. En sık iki gün arayla, yapılmalıdır. Hareketlerden sonraki 2 saat, kalori içeren yiyecek veya içecek tüketilmezse, yağ yakımı daha da artar.

Uzmanlar, çeşitli HIIT egzersizleri geliştirmişlerdir. Aşağıda, kolay uygulanabilecek, örnek HIIT egzersizi, sıralanmıştır:
·     Önce 1 dakika normal tempoda yürünür, sonra 20 saniye olabildiğince hızlı tempoda yürünür,  tekrar 2 dakika normal tempoda yürünür. Bu egzersiz, 3 kez tekrarlanır.
·     Önce 1 dakika hafif koşulur, sonra 20 saniye olabildiğince hızlı tempoda koşulur, tekrar 2 dakika yürünür. Bu egzersiz, 3 kez tekrarlanır.
·     Pedal aletiyle önce 2 dakika düşük tempoda pedal çevrilir, sonra 20 saniye olabildiğince hızlı tempoda pedal çevrilir. Bu egzersiz, 3 kez tekrarlanır (Timmons Protokolü).
·     20 Saniyede 20 kere çök-kalk (squat) hareketi yapılır, sonra 1 dakika dinlenilir. Bu egzersiz 3 kez tekrarlanır.

Herkes kendi kapasitesine göre, hız, dinlenme süresi ve set sayısını belirleyerek, HIIT egzersizlerini uygulamalıdır. Toplam süre 1-5 dakika arasında değişebilir.

Squat, temel egzersizlerdendir. Squat, vücudun neredeyse tüm kaslarını çalıştırarak, yağ yakımını arttırır, nabzı hızlandırır. Evde kolaylıkla yapılabilir. Doğru yapılmadığı zaman, sakatlıklara neden olabilir. Orta yaşlılar için, yarım paralel squat hareketi, daha uygundur.

Yarım paralel squatın yapılışı; Ayakta, kollar birbirine paralel öne uzanmış, ayaklar omuz genişliğinde veya biraz daha açık, ayak parmakları 20-30° açıyla, dışa bakar vaziyete getirilir. Sandalyeye oturur gibi, kalça diz seviyesine gelene kadar çökülür, ardından hemen ayağa kalkılır. Hareket sırasında, sırtın dik tutulmasına dikkat edilir. Bağ dokularını ve ince kasları daha iyi çalıştırmak için, spor ayakkabısıyla veya yoga matı gibi yumuşak bir zeminde yapılmalıdır.

Squat egzersizine biraz alıştıktan sonra, bu hareketi kolaylıkla kaldırabileceğiniz ağırlıkta (3-5 kg.) dambıllarla yapmak, daha yararlı olacaktır. Çünkü direnç egzersizleri, yaş ilerledikçe azalan kas ve kemik yoğunluğunu geri kazandırır veya korur. Hareketi yaparken, dambılları omuz üzerinde, ancak omuza değdirmeden tutmalıdır.

Squattan başka “Şınav” (Push Up) da birçok kas grubunu birlikte çalıştıran, evde kolayca yapılabilen, temel egzersizlerdendir. Şınav, başta göğüs, arka kol ve ön omuz kaslarını çalıştırır. İkincil olarak, sırt, üst karın, bel ve bacak kaslarını çalıştırır. Push up da squat gibi, nabız atışını düzenler, yağ yakımını hızlandırır.

Hareketi, yukarı kalkarken nefes alıp, aşağı inerken nefes vererek, yapmak gerekiyor. Aşağı iniş süresinin, yukarı çıkış süresinden daha uzun olması, alınan yararı arttırıyor. Bu egzersiz, en sık bir gün arayla, üç set halinde, bir set 5-20 kere olabilir.

Sadece boy uzunluğuna bakarak, ideal kilo hesaplanamaz. Aynı boy ve kiloda iki insan, vücut yağ oranlarına göre, büyük şekil farklılığı gösterebilir. Bedende yağın nerelerde depolandığı, çok önemlidir. Karın çevresinde depolanan yağ, kalp krizi ve şeker hastalığı riskini yükseltiyor. Kaslar, bazal metabolizma hızını direkt belirler. Kas kitlesi kaybı, metabolizma hızını yavaşlatır. O nedenle, kilo vermeye değil, sağlığa odaklanın. Kilo vermek, zaten sağlıklı olmanın yan ürünü olarak gelecektir. Bazen, aynı kiloda ama daha ince görünebilirsiniz. Bu durum vücudun su tutmasıyla ilgilidir. Giysileriniz en önemli göstergedir. Baskülü haftada bir, sabah, aynı saatlerde kullanın.

Spora başlamak için, hiçbir zaman geç değildir. Yapılan araştırmalar, 40 yaşında spora başlayan ikizlerden birisinin 10 yıl sonra, gençliğinden beri spor yapan ikizi ile benzer kas ve kemik yapısında olduğunu, göstermiştir.

NEFES ALMAK
Nefes almak, vücudumuzun doğal bir eylemidir. Yanlış nefes almak, vücuda yeterli oksijenin girmesini engeller. Oturarak çalışanlar, yeterli oksijen alamazlar. Yaşlıların ve damar tıkanıklığı olanların, olumsuz ve depresif olmalarının nedeni, beyinlerine yeterli oksijenin gitmemesidir. Vücuda yeterli oksijeni alamamak; sürekli yorgunluk hissi, uyku bozuklukları, depresyon, bağışıklık sisteminin zayıflaması, yüksek tansiyon ve kalp hastalıklarına neden olur. Dünya Sağlık Örgütüne göre, dinlenme halinde akciğerlere, dakikada 4-6 litre hava doldurmak, normal kabul edilmektedir.

Spor yaparken, kesinlikle nefesinizi tutmayın, ihtiyaç duyduğunuz kadar, nefes alın. Birçok insan, kısa, kesik ve sık nefes alarak, akciğer kapasitesinin sadece % 20’sini kullanmaktadır. Bu nefes alış, sağlık için yeterli değildir. Doğrusu; burundan, yavaş, sakin, sessiz, derin, fakat çok güç sarf etmeden, alınan diyafram solunumudur. Diyafram solunumu, akciğerlerin alt kısmıyla, karın arasındaki diyafram kasını, hafif sıkarak yapılır. Bu nefes tekniğine “Sufi nefesi” de denir.

Lenfoloji uzmanı Dr. Jack Shields (Lenf Bezleri ve Dengeleşim-1992/Kaliforniya), insan vücuduna yerleştirdiği kameralarla, lenf sistemini temizleyen en iyi antioksidanın, diyaframdan alınan derin nefes olduğunu, tespit etmiştir. Diyaframdan alınan derin nefes, vücudu 15 kat fazla toksinlerden arındırmaktadır.

Diyafram solunumu uygulaması; nefes verirken karını yavaşça içe çekip, ciğerleri boşaltın, nefes alırken yerine dönmesine izin verin. Uzmanlar, nefes alma kapasitesini arttırmak için, günde 5-10 dakika, nefes egzersizi yapmayı öneriyorlar. Nefes egzersizi, yogada da yer almaktadır.

Diyafram nefesi, dolaşıma destek verip, kalbin yükünü hafifletir. Çok kuvvetli nefes alıp verildiğinde, dolaşım sisteminden gereğinden fazla karbondioksit atılır. Bunun sonucunda, solunum yolu çevresindeki kaslar yumuşar, damarlar ve bronşlar daralır. O zaman da hücrelere, daha az oksijen gider. Bu etki kendisini hafif baş dönmesi şeklinde hissettirir. Nefesi tutmak ise, kalp kasını sıkıştırır.

GÜNEŞLENMEK
“D” vitamini, kalsiyum ve fosfor emilimini düzenleyerek, kemiklerin güçlenmesini, bağırsakların düzenli çalışmasını sağlar. D vitamini, kaslar, cilt ve pankreas için, yaralıdır. Bazı hormonların salgılanmasının düzenlenmesi, tiroit bezleri, kanın pıhtılaşması, sinir ve bağışıklık sistemi için gereklidir. Ayrıca D vitamini, metabolizmayı hızlandırır.

D vitaminini, yalnızca besinlerden almak, yeterli değildir. Vücudumuz ihtiyacı olan D vitamininin % 90’ını güneşten karşılar. Cildimiz, güneşten yayılan UVB ışınlarını sentezleyerek, D vitamini üretir. UVB ışınları, sudan geçer, yani yüzerken güneşten yararlanmak mümkündür. Bulutlar, ev ve oto camları ile cilt koruyucu kremler, UVB ışınlarını filtreler. Bu ortamlarda vücut D vitamini üretemez.

Güneşten yayılan UVB ışınlarının yanında, UVA ışınları da yeryüzüne ulaşmaktadırlar. UVA ışınları, cilt lekelerine yol açar. Cildi kırıştırır, yaşlandırır, cilt kanseri riskini yükseltir. UVA ışınları, UVB ışınlarının aksine, buluttan, camdan geçer. Gölgedeyken bile, taş, kum, su veya kardan yansıyarak, cilde etki eder. Bu ışınlardan da korunmamız gerekmektedir.

Güneş ışınları, Ülkemizde yaz aylarında, yaklaşık olarak saat 11.00 - 17.00 arasında yeryüzüne 50 dereceden büyük açıyla gelmektedir. Bu saatlerde, gölgeniz boyunuzdan kısadır ve her iki güneş ışını da fazla miktarda, yeryüzüne gelmektedir. Güneş ışınlarının yeryüzüyle olan açısı, 21 Aralıkta yerel saatle 12.00’de yaklaşık 25° olmaktadır.

Teni koyu renkli olanların D vitamini sentezi, cilde renk veren pigmentin yaptığı engelleme yüzünden, daha geç olur. Beyaz tenli birinin beş dakika güneşlenerek sentezlediği D vitamini için, siyah tenli birinin, yarım saate ihtiyacı vardır. Vücut, D vitamini öncü maddesini, güneşlenmenin ilk 30 dakikasından sonra üretmiyor. O nedenle, daha uzun süreler güneşlenmeye, gerek yoktur. Güneşlendikten hemen sonra, vücut sıcak su ve sabun veya şampuanla ovalanarak yıkanırsa, cildin sentezlediği D vitamini öncü maddesi de akıp gider.

Bronz ten, sağlık göstergesi değildir. Güneş ışınlarının yeryüzüne dik geldiği saatlerde, yazın güneşlenmekten kaçınmalı, kışın da aksine o saatlerde, güneşlenmeliyiz. Vücudun herhangi bir kısmının, her gün yaklaşık 15 dakika, açık havada, direkt olarak güneş görmesi, gerekli ve yeterlidir. Daha fazlası zararlıdır. Güneşlendikten sonra duş alacaksak, soğuk veya ılık su tercih etmeli ve fazla ovalanmamalıyız.

DÜZENLİ YAŞAM VE RUH HALİMİZ
Öfkelenmek ve üzülmek, zehir içmek kadar, bedene zarar veriyor (Kanın pH’ını düşürüyor). Düşüncelerimize dikkat etmeliyiz. Düşünceler, davranışlarımızı, davranışlarımız, alışkanlıklarımızı, alışkanlıklar karakterimizi oluşturuyor. Bu da kaderimizi belirliyor. Olumlu duygu, düşünce ve inanç içinde bulunmakla, güzel bir kadere sahip olabiliriz. Her şey için sık sık şükretmek, dua etmek, pozitif bir ruh hali, huzur ve mutluluğa götürdüğü için çok yararlıdır. Kendimizi olduğumuz gibi kabul etmeliyiz. Mükemmel olmak zorunda değiliz. Hayatta mutlaka bir amacımız olmalı. Bunun için varız.

Uyumak, bedenin yenilenmesini sağlar. Gece en geç saat 24.00’de mutlaka yatağa girmek, sabah en geç saat 08.30’da kalkmak, hücre yenilenmesi açısından, çok önemlidir. Karanlıkta uyumak ve saat 02.00’de derin uykuda olmak, biyoritme en uygun, uyuma şeklidir. En ideali, cenin pozisyonunda, sağ yana yatarak uyumaktır. Uzmanlar, hangi yaş ve cinsiyette olursa olsun, günde 7 saatten az, 9 saatten fazla uykunun zararlı olduğunu belirtmektedirler. Olanak varsa, öğlen 20 dakikayı geçmeyecek şekilde, şekerleme yapmak da tavsiyeler arasındadır. Gün ortasında 10 dakika süreyle, yatarak veya oturarak, ayakları kalçalardan yukarı kaldırmak, ayaklarda biriken kanın, yukarıya pompalanmasını kolaylaştırır. Yemekten sonra, reflü ve başka sağlık sorunlarıyla karşılaşmamak için, hemen yatmayın. Fazla hareket de etmeyin. Yatmadan en az 3 saat önce, yemek ve su haricinde içecek alımını kesmek, uyurken salgılanan leptin hormonunu arttırarak, hücrelerin onarımını ve gençleşmesini sağlıyor.

Günlük hijyen için ılık su ile yıkanıp, sonra da kısa süreli soğuk duş almak, organizmanın dengeli çalışmasını sağlıyor. Doğaya yakın durmak, meditasyon yapmak, sağlıklı ve huzurlu bir yaşam için, gereklidir.

EN ÖNEMLİ SAĞLIK GÖSTERGELERİ
Bel Çevresi: Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre, ayakta iken, belin en ince bölgesinin çevresi, kadınlarda 80, erkeklerde 94 santimetreyi geçmemelidir.

Kan Basıncı (Tansiyon): Yetişkin bir insanın normal kan basıncı 120-75 Hg/mm’dir. Bu değerler 150-90 Hg/mm. ve üzerine çıktığında veya 90-60 Hg/mm.’nin altına indiğinde, tıbbi müdahale gerekir.

Büyük tansiyon (Sistolik basınç) değeri kaç olursa olsun, küçüğünün (Diyastolik basınç) değeri 90 Hg/mm. ve üzerine çıkıyorsa veya küçüğünün değeri 90 Hg/mm.’nin altındayken, büyüğünün değeri 160 Hg/mm. ve üzerine çıkıyorsa, yine tıbbi müdahale gerekir.

Kişide yüksek tansiyon ölçüldüğünde, hemen ilaca başlanmamalı, 2 ay takip edilmelidir. Bu süre içinde, sigara, alkol, şekerli gıdalar kesilmeli, daha hareketli bir yaşam seçilmeli ve biraz kilo verilmelidir. Bunlara karşın düzelme yoksa doktor kontrolünde ilaca başlanmalıdır.

Sağlıklı bir insan, yılda en az bir kez, en az 12 saat aç kaldıktan, sonra kan analizi yaptırmalıdır.
Kan değerleri tablosunun en önemli parametreleri:

Açlık kan şekeri-Glükoz (AKŞ); 70-109 mg/dL,
İnsülin direnci (HOMA-IR); 0-2,5
2-3 Aylık ortalama kan şekeri (HbA1c); 4-6
HDL; 35-80 mg/dL,
LDL; 0-150 mg/dl,
Trigliserit; 0-150 mg/dl,
Kandaki üre azotu (BUN); 20-40 mg/dl
Kandaki iltihaplanma (CRP); 0-1
Demir; 120-420
B12 vitamini; 187-883
Karaciğer yağlanması (AST); 8-33 U/L
Troitler (T3); 1,71-4,54
Troitler (T4); 0,7-1,48
Yaşlı erkekler için prostat (PSA); 0-4

KAYNAKLAR
Prof. Dr. Ahmet Rasim KÜÇÜKUSTA - Sağlıklı Olmanın Sırrı Uzun Süre Açlıkta Mı?
Prof. Dr. Ahmet AYDIN – Taş Devri Diyeti
Prof. Dr. Canan KARATAY - Obezite ve Diyabete Çözüm Var
Prof. Dr. Yavuz YÖRÜKOĞLU – 30 Günde 10 Yıl
Prof. Dr. Yavuz YÖRÜKOĞLU – Orta Yaş El Kitabı
Prof. Dr. Metin ÖZATA – Glisemik İndeks Diyeti
Prof. Dr. Kenan DEMİRKOL – Akıllı Beslenmenin Matematiği
Prof. Dr. M. Emel ALPHAN - Hastalıklarda Beslenme Tedavisi
Dr. Nil GÜN – Sağlık Olsun
Dr. Nil GÜN – Kaç Kiloya Programlısın
Dr. Ümit AKTAŞ – Bitkisel Kürlerle İlaçsız Tedavi
Dr. Ayça KAYA – Sayarak Zayıfla
Dr. Yegane MUTLU – Hastalanmadan Yaşayın
Dr. Michael MOSLEY - Aralıklı Oruç Tutmanın Basit Sırrıyla Kilo Verin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder